Bengü Arslan | Denemeler
274
archive,category,category-denemeler,category-274,ajax_fade,page_not_loaded,,wpb-js-composer js-comp-ver-5.5.2,vc_responsive

Denemeler

Nasıl mutlu olunur bilmiyoruz, farkında mısınız? Bilmediğimizin farkında bile değiliz çoğu zaman…

mutluluk nedir

Yetinmeyi ve şükretmeyi reddettiğimiz her an gerçek mutluluğu da reddediyoruz… Mutluluğu hep bir mükafat olarak kodlayan beynimizin bize en büyük kazığı bu sanırım. Hep yarınlara bırakıyoruz mutluluğu, hep bir koşula bağlıyoruz.

Hazırlıksız yakalanmak diye saçma sapan bir önyargımız var mutluluğa karşı…

Bu bakış açısı ile mutlu olmamak için hep bir bahanemiz olacak…

Hem, yarının mutluluğu bugünden yaşanır mıymış hiç?

Çocukluğumuzdan beri çok güldüğümüzde illa ki “Ay çok güldük, çok ağlayacağız…” diyen birileri hep olmuştur etrafımızda… Nedense hep mutlu olduğumuz anı gölgelemeye çalışan bir felaket senaryosu etrafımızı sarıverir…

Çocukken bize anlatılan masalların sonu neden hep “Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar.” diye biterdi ki? …

Sonrasını hiç bilemedik, hep birbiri ardına felaketler yaşayan insanların en sonunda mutlu olduğunu gördük ve masal hep orada bitti… Mutlu olduktan sonra ne oluyor bilemedik bir türlü…

Birileri “Nasılsın?” diye sorduklarında, kaçımız, kaçınız “Çok iyiyim, çok mutluyum” diyebildik… Demeye korktuk belki de, bu kadar mutsuzluk ve olumsuzluk arasında benim mutluyum demem tuhaf kaçar diye düşündük…

Mutlu olmak için mutlu olma sırasını bekleyen pasif ve pırıltısız insanlara dönüşmeyelim artık… En güzel, en kritik, en önemli yerinde bitmesin masallar.

Mutlu sonlar yerine mutlu başlangıçlardan başlatalım masalları…

Düşebiliriz, dizlerimiz kanayabilir, ruhumuz yara alabilir, nefesimiz kesilebilir, yüreğimizdeki o kalbimizi sıkıştıracak büyüklükteki acının hiç geçmeyeceğini düşündüğümüz zamanlar da olabilir. Etrafımızdaki herkesin böyle zamanlarda iyi olmamızı sağlayacak reçeteleri olur…

Peki ya, mutlu olduğumuz an itibari ile onu uzun süre korumaya yardımcı reçeteler nerede?

Yeni Trend: Benmerkezcilik (Egosantrizm) ve Narsizm

Yeni Trend: Benmerkezcilik (Egosantrizm) ve Narsizmi_love_me_myself_and_i_0

Yeni nesil isyan bayraklarını sallamaya başladı… Aynı nesil, Amerikan medeniyetine maruz kaldığı oranda, atalarından ve ailelerinden gelen ahlaki değerlere karşı çıkıp isyan ediyor. Bu değerlerin yitirilmesinin bedeli ise çok ağır: Bulaşıcı hastalık derecesinde yaygın bir narsisizm, hayali bir iyimserlik, gittikçe artan kaygı ve depresyon. Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de böyle bir nesil mevcut. Günümüz neslini çok ama çok iyi anlattığını düşündüğüm Jean M. Twenge’in “Ben Nesli” adlı kitabını şiddetle okumanızı tavsiye ederim. Jean M. Twenge, “Sadece gelişmiş Batı ülkelerinde değil bütün dünyada genç nesil, Amerikan medeniyetine maruz kaldığı oranda, atalarından ve ailelerinden gelen ahlaki değerlere karşı çıkıp isyan edecek. Bu değerlerin yitirilmesinin bedeli ise çok ağır: Bulaşıcı hastalık derecesinde yaygın bir narsisizm, hayali bir iyimserlik, gittikçe artan kaygı ve depresyon.” Farkında mısınız bilmiyorum ama günümüz gençlerinde aşırı bir özgüven patlaması ve iddia mevcut… Fakat aynı oranda da kaygı ve depresyonu da yaşayan bir nesil… Siz hiç anneannelerinizden, dedelerinizden, haydi biraz daha yaklaşayım bundan 10 sene önce annelerinizden, babalarınızdan ‘depresyondayım’ kelimesini duydunuz mu?! Şahsen ben hiç duymadım… Şu anda olduğumuz kadar hiç birimiz ve özellikle yeni nesil böyle depresif ve kaygılı bir duygu durumu ile karşı karşıya mıydı acaba… Empati denen şey, son bir kaç yıldır anlamını yitirdi ve ‘SADECE BEN’ diyen insanların sayısı giderek arttı… Çocukluktaki egosantrik (ben merkezci) dönem atlatılamıyor. Dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü düşünüyor gençler. Sadece biz yokuz dünyada…

Gelelim tüm bunların sebebine…

Yeni neslin tarihlerine, kültürlerine, inançlarına ve dillerine bağlılığı büyük oranda azaldı. Sanırım bunun en büyük nedenlerinden birisi de teknoloji ve ulaşılabilir evrensel bilginin sınırsızlığı…. Gençlik araştırdıkça, izledikçe, okudukça kendi değerlerinden koptu ve kendi toplumu ile arasındaki mesafe bir uçurumu andırır oldu. Gelenek ve göreneklerin yok oluşu ile daha Amerikanvari bir nesil beliriverdi… Gençler giderek inançsızlaşmaya başladı ve bu da narsizmi körükledi.

Diğer bir sorunsal ise eğitim sistemi sanırım…

 Kaliteli bir eğitim almak giderek zorlaşıyor ve sayısı, zorluk seviyesi giderek artan sınavlar genç neslin kaygısını artırıyor. Üniversite mezuniyeti bile iyi bir işi garantileyemiyor. Hayal ettiği mesleği yapabilen gençlerin sayısı ise giderek azalıyor. Durum böyle olunca mutsuzluk ve tatminsizlik kaçınılmaz oluyor. Bir de buna geçim sıkıntısı eklenince hayal kırıklıkları katlanarak çoğalıyor.

Medya dayatmaları…

MediaEffects

Popüler kültürün tüketim kültürüyle doğrudan ilişkisi, kitle iletişim araçlarıyla  kültürün bizzat kendisinin bir endüstri haline gelmesi, yüksek kültürün geri  plana itilişi ve topluma yönelik bir tahakkümün oluşturulması belli başlı  eleştiri noktalarıdır. Theodor Adorno gibi Frankfurt Okulu üyeleri kitle iletişim  araçlarının toplum üzerindeki olumsuz etkilerini öne çıkarmış ve kültür  endüstrisinde kültürün kitlelerce üretilmeyip yukarıdan aşağıya bir dayatmayla  oluşturulduğunu savunmuştur. Tüketicinin kültür endüstrisinin öznesi olmayıp  nesnesi durumunda olduğunu belirten Adorno, kültür endüstrisinin koruduğuna  inanılan şeylerin aslında bu endüstrinin kendisi tarafından yıkıldığına işaret  eder.

Tek-tipleşen kültür…

Piyasa şartlarına teslim olan kültürel üretim ve tüketim giderek pasifleşen ve tek- tipleşen bir kültür  geliştirir. Popüler dizi, şarkı ve film gibi eğlence ürünleri bir yandan da kültürel sembolleri araba, sigara gibi bazı tüketim unsurlarıyla entegre eden bir pazarlama sistemine hizmet eder. Böylelikle Adorno’ya göre popüler kültür standart hale  gelmiş, özgünlüğünü yitirmiş ve eleştirelliğini kaybetmiştir. Gerçek kültür-  yüksek kültür- insanı özgürleştirip bireyselleştirirken ve kültür endüstrisine karşı  uyandırırken, popüler kültür insanları sömürüp, yabancılaştırmakta ve onları  tercih hakkı olmayan pasif tüketiciler haline getirmektedir.

Hayali iyimserlik

polyannafelsefesi

Yani bu demek oluyor ki, günümüz sineması, diziler ve üretilen içerikler, bize her şeyi yapabilirsin, başarabilirsin psikolojisini dayatıyor… Buraya kadar sorun yok, sorun buradan sonra başlıyor. Evet, bunun için çaba sarf etmeyen nesiller-tembel kişilikler- başarısızlık durumunda da büyük hayal kırıklığı yaşıyor.  Çoğu, üniversitede çok iyi bir bölümü okuyacağını, sporcu, ünlü olacağını düşünüyor ama bunun için genelde pek bir şey yapmıyor.

Özgürlük sınırlarını bilmeyenler

Gençler özgür olmak istiyorlar ama özgürlüğün derin anlamından bi haberler… Özgürlük, diğer insanların özgürlük alanına saygı duyulduğu anda gerçek özgürlüktür bence. Kendin özgür olacaksın diye karşındakinin alanını ihlal ettiğin anda o başka bir boyut kazanır diye düşünüyorum. Maalesef benim de içinde olduğum gençlik sadece ben özgür olayım da öbürleri umurumda değil tavrı içinde.

Görüldüğü özere yeni nesil gittikçe bencil, güvensiz, mutsuz… Mustafa Merter’in Dokuz Yüz Katlı insan kitabın önsözünde değindiği üzere: Anlaşılan şu ki, eğer acil tedbirler almazsak gittikçe yalnızlaşan, aşırı bencil, zevkperest, kaygılı, öfke ve nefret dolu bir insanlığa doğru doludizgin gidiyoruz. Bu çocuklar evlenmeyecek, aile kurmayacak, istikrarlı bir şekilde çalışmayacak ve medyanın kendilerine sunduğu hayali değerlerle yetinecekler. Tüm dünya sessizce ama kesin bir şekilde bir “açıkhava tımarhanesine” dönüşüyor. Bunda en büyük pay devlet ve toplumundur. Gelecekte bilinçli, tarihini, değerlerini bilen nesillere sahip devletler dünya yönetiminde önemli bir yere sahip olacaklar. Bundan dolayı devletimizin en önemli konusu ve çabası gençlik olmalı. Dünyanın en güçlü devleti olunsa bile yok olan bir nesille bu sürdürülemez. Ben ben diyen nesil değil, biz diyen nesilleri yetiştirmek dileğiyle…

Mevlana ile bitirelim…

“Aziz dost! sen, tek bir kişi değilsin; sen bir alemsin! sen derin ve çok büyük bir denizsin. Ey insan-i kamil! O senin muazzam varlığın, belki dokuz yüz kattır; dibi, kıyısı olmayan bir denizdir. Yüzlerce alem, o denize gark olup gitmiştir! Bu konuyu anlatmak; uyanıklığın da uykunun da elinde değildir. zaten bu dünya ne uyanıklık ne de uyku yeridir!” (HZ. Mevlana, mesnevi, cilt 3-4 s.94)

Faydalanılan Kaynaklar:

Theodor W. Adorno, “Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünmek”, Kitle İletişim Kuramları, Erol Mutlu (der.),  Ankara: Ütopya Yy., 2005, s. 246.TOPLUMUN KÜLTÜR POLİTİKALARI VE MEDYANIN KÜLTÜREL SÜREÇLERE ETKİ ALGISI ARAŞTIRMASI

Jean M. Twenge, “Generation Me” , Kaknüs Yayınları, 2009

Mustafa Merter, “Dokuz Yüz Katlı İnsan”, Kaknüs Yayınları, 2012