Bengü Arslan | bengu arslan
107
archive,tag,tag-bengu-arslan,tag-107,ajax_fade,page_not_loaded,,wpb-js-composer js-comp-ver-5.5.2,vc_responsive

bengu arslan Tag

Hillsider Magazine – Bir Kadın Dünyayı Değiştirir

Hillsider_A

Hillsider_A

Yazı: Bengü Arslan

KASFAD Yönetim Kurulu Üyesi

www.benguarslan.com 

 

Bir Kadın Dünyayı Değiştirir

Bu yazıyı neden kaleme aldığımı ve KASFAD’ın ne olduğunu merak edenleriniz olacağına eminim. Size bunların cevaplarını büyük memnuniyetle yazacağıma emin olun lütfen..:)

KASFAD’ın açılımı; Kadınlar için Spor ve Fiziksel Aktivite Derneği… Alanında uzman akademisyenlerin de dahil olduğu, ülkemizde kadınların spor ve fiziksel aktiviteye katılımı konusunda faaliyet göstererek uluslararası platformda temsiliyete sahip ilk sivil toplum kuruluşu. Ben de iddialı bir sporcu annenin sporcu kızı olarak gururla bu dernek için çalışıyorum. İddialı annemden bahsedecek olur isem; Nesrin Olgun Arslan, Manş Denizini Yüzerek Geçen ilk ve tek Türk kadını olma sıfatını hala elinde bulundurmaktadır… 15 derecelik İngiltere- Fransa arasında yer alan kocaman bir deniz ve 15 saat 47 dakikalık bir serüven…

Bilinçli sporun tek adresi olarak kabul ettiğim Hillside gibi bir markanın, yıllardır kurumundan bağımsız ilerleyen dergisinde bu yazıyı yazabiliyor olmak da benim için ayrıca anlamlı bunu da eklemeden geçemeyeceğim… Gelelim KASFAD’a…  Neden mi böyle bir derneğe ihtiyaç duyduk? Anlatayım efendim… Anlatırken yerli ve yabancı bilim insanlarının araştırmalarından da alıntılar yapacağım ki; vurguladığım gerçeklerin ve sebep-sonuçların yalnızca benim kişisel görüşlerim olmadığını, bunların           -şahsen benim çok önemsediğim– evrensel gerçekler olduğunu hatırlamanızı arzu ediyorum. (yazı sonunda kaynakçaları görebilirsiniz)

En bilinen gerçek; kadınlar, genç kızlar ve kız çocuklarının dünyanın birçok ülkesinde doğdukları andan itibaren erkek hâkimiyetinde var olan çevrede büyümeye ve yaşamaya mecbur kalmakta oldukları. Kadınların eğitim görme şansı olmayan büyük bölümü ise, farkında bile olmadan yaşadıklarını ve daha çok yaşayamadıklarını doğal bir süreç olarak kabul etmekteler. Soyadını önce babasından, daha sonra da eşinden alan kadının, ailenin soyunu devam ettiremediği düşünülür. Bu nedenle, bir erkek bebek sahibi olmak, birçok kültür için önemli, hatta zorunlu görülmekte. Oysa soyu devam ettirme özelliği olmadığına inanılan kadın, kültürü ve değerleri çocuklarına aktaran, doğurganlığı ile insan ırkının devamını sağlayan bir bütünün diğer eşit parçası değil midir? Biri olmadan diğerinin de önemi ve devamlılığı da yok. Bu nedenle erkeğin kadına üstünlüğü değil, matematiksel eşitliği söz konusu. Bu eşitlik yokmuş gibi davranıldığında, doğadaki dengelerin bozulduğu gibi insan ırkına ait dengelerin de saptığını ve insani değerlerin yozlaştığını üzülerek görebiliyoruz.

İşte bu yüzden gerek toplumsal alanda, gerekse de medyada daha hassas bir dilin kullanılmasının ve toplumsal cinsiyet konusunda bilinçlendirmenin büyük önem taşıdığına inanıyorum.

Spor Medyasında Durum

Kadın-erkek eşitsizliği, toplumun pek çok alanı gibi, spor medyasında da görülmekte. Bu eşitsizliğin kökeninde, toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi bulunuyor diyebiliriz. Özellikle yarışma sporları, erkeklik ve kadınlıkla ilgili çok güçlü mesajlar taşımakta. Spor, geleneksel  olarak, eril cinsiyet rolü özellikleri gerektiren bir erkek etkinliği olarak görülmekte ve üstün sportif performans, erkeklikle eşdeğer kabul edilmekte. Spor medyasının da bu roller bağlamında yayın yaptığını görmezden gelmek zor. Spor medyasının okuyucuya aktardığı haber ve yorumlarda; kahramanlar, çoğunlukla erkeklerden oluşmakta. Kadınların çok az yer aldığı spor medyasına, en çok ilgi erkekler tarafından gösterilmekte. Durum böyle olunca da spor medyasının okuyucuya sunduğu gerek haber metinleri, gerekse görseller erkekleri birer ‘kahraman’ olarak yansıtırken, kadınları ise; bedeni üzerinden dişil birer obje olarak nitelemeyi tercih etmekte.

Türk toplumunda da kadınlar daha çok ev içi alan ve onun uzantıları ile ilişkili görülürken, erkekler ise daha çok kamusal alanla ilişkili görülmekte. Toplumsal cinsiyet önyargılarının ve bu önyargılara dayalı cinsiyetçi davranışların, çoğunlukla kadın bedeni üzerinden yürütüldüğü düşünülmekte. Kadın bedeni, spor medyasında bir gösteriş malzemesi olarak kullanılmakta. Medya, sporda kadın başarısını sıra dışı bir durum olarak tanımlamakta ve sporda kadını, ikincil konuma sokan yargıları pekiştirmekte maalesef.

Kadınların Spora Katılımının Tarihi

Kadınların spora katılımı uzun bir tarih geçmişine dayanmakta. Bu tarih süreci aynı zamanda bölünmenin ve ayrımcılığın da ortaya çıkma süreci. Fakat bununla birlikte, kadın sporcular tarafından kazanılan büyük başarılar oldukça fazladır. Kadınlar ve kız çocuklarının cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve her alanda desteklenmeleri ile önemli gelişmeler sağlamış. Sevindirici haber; “kadın, cinsiyet eşitliği ve spor” başlıklı kavramlar birçok bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyde örgüt, dernek, konsey, birlik vb. resmi ve gönüllü kurumlarca desteklenmekte. Belirttiğim başlıklar, Birleşmiş Milletlerin de önem verdiği konular arasında. Son on yılda, sağlık, eğitim, iş ve liderlik, hoşgörü ve saygı gibi demokratik ilkeler ve toplumsal bütünlük gibi alanlarda önemli bir gelişim sağlanması için sporun kullanılabileceğine dair büyüyen bir anlayış hâkim olmuş durumda.

 

 

Kadınlar Neden Spora Katılmalı?

Sporun; kadınlar, genç kızlar ve kız çocukları için çok yönlü yararlar sağladığı yadsınamaz. Kadınların spora olan artan ilgileri ile değerler, davranışlar, bilgi, yetenekler ve deneyimlerin gelişimi kadar birey olarak kendilerinin pozitif gelişimleri de görülmekte. Kadınların özellikle liderlik pozisyonlarındaki görevlere katkılarının ve farklılıklarının alternatif yaklaşımlar getireceğine de artık tüm dünya inanmakta. Ayrıca; yöneticilik, antrenörlük ve spor gazeteciliği gibi sporun diğer pozisyonlardaki görevlerle de pek çok farklı alanda yeteneklerinin gelişmesi de söz konusu. Tüm bu olumlu özellikler nedeniyle dünyanın birçok ülkesinde ve uluslararası kurumlarında kadınların spora ve sporun farklı alanlarına  katılımları desteklenmekte. İşte KASFAD olarak bizim de bu toplumsal farkındalığa ülkemizde dikkat çekmek en büyük hedeflerimiz arasında. Spor ve fiziksel aktivitenin bütün kadınlar ve kız çocukları için erişilebilir olduğu bir toplumun oluşturulması için hep birlikte çalışmamız gerektiğine inanıyoruz. 2011 verilerimize göre Türkiye’de, sporcuların %9.98’ini, antrenörlerin %18’ini ve spor yöneticilerinin sadece %5’ini kadınlar oluşturmakta. Spor, kadınların ve kızların kamusal alanda var olmalarını sağlayan çok önemli bir araç.

Özet olarak; bu yazı kadınlara yönelik olsa da nihayetinde ben -cinsiyet ayrımı olmaksızın- kadın-erkek herkes için sporun bol olduğu bir dünya diliyorum…

KAYNAKÇA

Coakley, J. (2004). “Sports in Society- Issues and Controversies”. 8th Edition Published by MacGraw-Hill, NY.

IOC (2005). “IOC Sub Regional on Women and Sport”, İstanbul, Turkey, Hannan, C. (2008). United Nations Division for the Advancement of Women Publication, “Conversation on Women and Sport”, New York.

The University of IOWA (2005). “Gender Equity in Sport”, Title IX,

Arslan B, Koca C. (2006). “Kadın Sporcuların Yer Aldığı Günlük Gazete Haberlerinin Sunumuna Dair Bir İnceleme” Spor Bilimleri Dergisi Hacettepe J. of SportSc., 17 (1),1-10.

Koca C, Bulgu N (2005). “Spor ve Toplumsal Cinsiyet: Genel bir bakış” Toplum ve Bilim, 103, s.163-184.

Özsoy S (2008). “Türk Spor Medyasında Kadın” Spor Bilimleri Dergisi Hacettepe Journal of Sport Sciences, 19 (4), 201-219.

Rowe D (2006). Popüler Kültürler: Rock ve Sporda Haz Politikası, Çev: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Yarar B, Özgüven H. Petra, Cantek F (2009). “Türkiye Modernleşme Tarihine Sporcu Kadınların Gözünden Bakmak: Cumhuriyet Tarihi Boyunca Kadınların Spor Yoluyla

Toplumsal Kimliklerini Kurma Serüvenleri”, Karaelmas 2009 Medya ve Kültür Der: Nurçay Türkoğlu, Sevilen Toprak Ağaoğlu, Urban Kitap, s.479-495.

Bir Kokudan Çok Daha Fazlası – Benoit Brosseau Röportajı – GECCE.COM

Jean Charles Brosseau bir aile şirketi… Aslında zirvede yer alan bu markanın oldukça ilginç bir hikayesi var… Benoit’nın babası Jean Charles Brosseau hikayenin kahramanı diyebilirim… Kariyerine 1955 yılında  bir moda evi açıp  kadınlara şapka tasarımı yaparak başlamış… Malum o zamanlar, Fransa’da şapka bir statü sembolü idi… Gres, Hermes, Leonard, Kenzo gibi ünlü moda evleri için özel şapka üretimi yaparak büyük başarılara imza atmış. Ardından özel tasarım takılar takip ediyor… Beni en çok etkileyen kısmı ise bu hikayenin, şapka ve takı tasarımından parfüme geçiş hikayeleri oluyor… Uzun AR-GE çalışmaları sonunda, eğer global bir marka olmak istiyorsak, tüm dünyaya hitap eden bir ürüne yönelmeliyiz diyorlar ve bu da kesinlikle parfüm oluyor… İlk referansı  1980’lerde OMBRE ROSE oluyor ve Jean Charles Brosseau lansmanını şapkalarla başarısını yakaladığı ana vatanı Paris’de değil, onu kimselerin tanımadığı bir yerde – New York’ta- yapmaya karar veriyor. Zor bir yol seçiyor fakat bu zorlu yolun sonunda kendisini zirvede buluyor…  Ardından da işte size o muhteşem hisler uyandıran kokuları ile Jean Charles Brosseau  markası dünyanın en önemli mağazalarında yerini alıyor… Türkiye’de Beymen ve Harvey Nichols’lar da yer alan bu kokular, hikayeyi dinledikten sonra beni daha da derinden etkiledi diyebilirim… Jean Charles Brosseau’nun oğlu ve şu anda da şirketin Başkanı Benoit Brosseau Four Seasons Otel’de keyifli bir röportaj gerçekleştirdik… Başlayalım mı?

Slayt1

Jean Charles Brosseau markasının geçmişini ve hikayesini bir de sizden dinleyelim…

Şirketin kurucusu babam Jean Charles Brosseau, kariyerine kadınlara şapka tasarımı yaparak başlıyor, ardından ise şapkaları özel tasarım takılar takip ediyor… 10 sene sonra ise daha global bir marka olmaya karar vermesinin ardından bu hikaye başlıyor… 2001 senesinde babam tüm haklarını distribütörlere vermeye karar verdi ve ardından ben de şirketin tüm yönetimini bizzat üstlendim…

Slayt5

Babanız sizinle gurur duyuyor olsa gerek…

Babamdan bu bayrağı devralmak benim için hem onur hem de mutluluk verici… Babam da her seferinde beni takdir eder… Onun adını en iyi şekilde korumaya ve yaşatmaya çalışıyorum… Markamızın sağlam bir altyapısı ve emin adımlarla kazanılmış bir başarısı var… Harrods, – Printemps & Sephora Champs-Elysées- Paris, Bergdorf Goodman, Henri Bendel in New York; Takashimaya & Seibu in Tokyo; Harvey Nichols and Bloomingdales in Dubai ve Türkiye Distrübütörümüz Aeros Cosmetics ile Türkiye Harvey Nichols ve Beymen’lerdeyiz. Bir çok ülkedeki distrübütörlerimizin de markamızın başarısına katkısı büyük, onlara da sizler vasıtası ile teşekkür etmek istiyorum.

Slayt3

Belki bu zorlayıcı bir soru olacak ama, Jean Charles Brosseau markasındaki parfümlerden sizin gözbebeğiniz hangisi?

Ombre Rose…  Dunya’da da buyuk hayran kitlesine sahip olan OMBRE ROSE; Tressor Lancome, Cher Michel Klein, Flower by Kenzo Orientale, Classique Jean Paul Gualtier, Nina Ricci Primier Jour vs. gibi oldukça iyi bilinen birçok markanın parfümlerinin esin kaynağı olmuştur.

 Slayt4

Parfümlerinizin şişelerinin ağırlıklı olarak Art Deko Şişeler olduğunu görüyorum. Favori tasarımınız bu galiba…

Art Deko Bottle’ı bulan ve tasarımlarında uygulayan kişi benim babam. Konuyla ilgili bir hissiyatı vardı tabi ama aynı zamanda şişeye de ihtiyaç vardı. 1920’lerde üretilen bir şişeydi bu.  Şişenin üzerinde yer alan AMARYLLİS çiçeği ( halk dilinde ÇOBAN ÇİÇEGİ olarak biliniyor)  aynı zamanda markamızın Logosu oldu. Şişe tasarımı  ve logo seçimi da kendisine ait…O yüzden bu şişe benim ve markamız için çok özeldir…

Slayt2

Türkiye’ye ilk gelişiniz mi? İlk izleniminiz ne oldu?

Türkiye’ye ilk gelişim fakat özellikle ülkenizin tarihi hakkında oldukça fazla bilgiye sahibim. Kesinlikle özellikle İstanbul çok büyülü ve mistik bir şehir… Her yerinde ayrı bir hikaye, ayrı bir duygu var…

Siz parfümör değilsiniz değil mi? Kokularınızın oluşum süreci nasıl gerçekleşiyor?

Doğru parfümörlerle işbirliği içerisindeyiz,  öncelikle düşüncelerimizi kokulara yansıtmaya çalışıyoruz. Doğru brief, markayı doğru tanıma, filozofimizi iyi bilmeleri doğru kokuların ortaya çıkışındaki en büyük etken diyebilirim.

 Slayt7

Sizce parfüm seçiminde püf noktalar nelerdir?

Çok kişisel bir soru bu, onun için söyle söyleyeyim, geniş bir parfüm koleksiyonumuz var ve kişinin bu koleksiyon içerisinden kendisine uygun olacağını mutlaka bulacağını düşünüyorum. Parfüm seçimi tabii ki çok kişisel bir tercih. Geçmişe ve çocukluğumuza dönük anılarımız bu seçimde büyük önem taşıyor… O koku sizde nasıl bir his uyandırıyor ise tercihiniz o yönde oluyor…

Sizce parfümün bir mevsimi var mıdır?

Kesinlikle… Mesela ılık bir yaz akşamında tercihiniz başka olabilecekken, karlı bir  günde bambaşka bir tercihte bulunabiliyorsunuz…

Slayt6

Röportaj: Bengü Arslan

Fotoğraf: Mehmet Teke

Mekan: Four Seasons Otel

Nasıl mutlu olunur bilmiyoruz, farkında mısınız? Bilmediğimizin farkında bile değiliz çoğu zaman…

mutluluk nedir

Yetinmeyi ve şükretmeyi reddettiğimiz her an gerçek mutluluğu da reddediyoruz… Mutluluğu hep bir mükafat olarak kodlayan beynimizin bize en büyük kazığı bu sanırım. Hep yarınlara bırakıyoruz mutluluğu, hep bir koşula bağlıyoruz.

Hazırlıksız yakalanmak diye saçma sapan bir önyargımız var mutluluğa karşı…

Bu bakış açısı ile mutlu olmamak için hep bir bahanemiz olacak…

Hem, yarının mutluluğu bugünden yaşanır mıymış hiç?

Çocukluğumuzdan beri çok güldüğümüzde illa ki “Ay çok güldük, çok ağlayacağız…” diyen birileri hep olmuştur etrafımızda… Nedense hep mutlu olduğumuz anı gölgelemeye çalışan bir felaket senaryosu etrafımızı sarıverir…

Çocukken bize anlatılan masalların sonu neden hep “Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar.” diye biterdi ki? …

Sonrasını hiç bilemedik, hep birbiri ardına felaketler yaşayan insanların en sonunda mutlu olduğunu gördük ve masal hep orada bitti… Mutlu olduktan sonra ne oluyor bilemedik bir türlü…

Birileri “Nasılsın?” diye sorduklarında, kaçımız, kaçınız “Çok iyiyim, çok mutluyum” diyebildik… Demeye korktuk belki de, bu kadar mutsuzluk ve olumsuzluk arasında benim mutluyum demem tuhaf kaçar diye düşündük…

Mutlu olmak için mutlu olma sırasını bekleyen pasif ve pırıltısız insanlara dönüşmeyelim artık… En güzel, en kritik, en önemli yerinde bitmesin masallar.

Mutlu sonlar yerine mutlu başlangıçlardan başlatalım masalları…

Düşebiliriz, dizlerimiz kanayabilir, ruhumuz yara alabilir, nefesimiz kesilebilir, yüreğimizdeki o kalbimizi sıkıştıracak büyüklükteki acının hiç geçmeyeceğini düşündüğümüz zamanlar da olabilir. Etrafımızdaki herkesin böyle zamanlarda iyi olmamızı sağlayacak reçeteleri olur…

Peki ya, mutlu olduğumuz an itibari ile onu uzun süre korumaya yardımcı reçeteler nerede?

Q Life Dergisi – Didem Antebi Röportajı

Q Life Dergisi için Didem Antebi ile yaptığım röportajı okumak için mouse’unuzu hareket ettirmeye devam edin 🙂

Modern İkon: Didem Antebi

 

Didem Antebi; cemiyet hayatının en şık, en asil ve en doğru giyinen isimlerinden… Didem Hanım’ın güzelliği, kuşku götürmez bir gerçek. Tarzını çok sade ve düz olarak tanımlayan isim, çabasız şıklık olarak tanımlanan akımın öncülerinden diyebiliriz. Anne olmasının ardından freelance işlerle, bloguyla ve sosyal sorumluluk projeleri ile zamanını geçiren Antebi ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

didem antebi 12-17-312-17-4

12-17-5

 

 

Didem Hanım harika bir blog açtınız ve gün geçtikçe artan bir okuyucu kitlesine sahipsiniz… Bu fikir nasıl doğdu ve blogunuzla ilgili hedef projeleriniz neler?

Uzun zamandır internette moda üzerine bir şeyler yapmak istiyordum biliyorsunuz artık her şey çok hızlı tüketiliyor ve hızlı yaşanıyor, bu sebepten dolayı ben de bir blog açmaya karar verdim. Blogumda; hoşuma giden ürünleri, moda dünyasına ait haberleri  ve yenilikleri paylaşıyorum, aslına bakarsanız blogların popülaritesi de biraz azalmaya başladı. Benim de başka projelerim var tabi ama daha hayata geçmediği için  şimdilik sürpriz olsun.

“Çocuğunuz olunca bütün vaktinizi onla geçirmek istiyorsunuz hatta ben fazla vakit geçiremediğimde vicdan azabı çekiyorum.”

Çocuklu bir kadın olmak kariyerinizi etkiledi mi?

Tabiî ki etkiledi… Çocuğunuz olunca bütün vaktinizi onla geçirmek istiyorsunuz hatta ben fazla vakit geçiremediğimde vicdan azabı çekiyorum. Bu sebeple  vaktimin belirli bir kısmını işe ayırabiliyorum, bu kısıtlı zamanda verimli olmak çokta kolay olmuyor. Mila doğduğundan beri freelance işler bana daha çok hitap ediyor diyebilirim.

” Ülkemizde daha çok çalışan ve daha çok üreten kadına ihtiyacımız var…”

Üniversite yıllarından beri aktif çalışan bir kadın olarak, iş dünyasına şüphe ile bakan kadınlarımıza bir mesajınız var mı?

Bir kadının çalışması bence çok önemli. Kendine olan özgüveni, hayata karşı duruşu, beklentileri ve bir çok şeyi değişiyor. Bir kadının kendi parasını kazanarak, kendi ayaklarının üzerinde durabilmesi günümüzde çok önemli bir şey diye düşünüyorum. Ülkemizde daha çok çalışan ve daha çok üreten kadına ihtiyacımız var…

Son zamanlarda sizi bir çok sosyal sorumluluk projesinin içerisinde aktif olarak görmekteyiz. Bize biraz bu projelerden bahseder misiniz?

Tohum Otizm Vakfı ve Hayat Paylaşım Derneği’nde aktif olarak çalışıyorum. Hayat Paylaşım Derneği’nde  zihinsel engelli çocuklarımız için Eyüp’te bir rehabilitasyon merkezi yapıyoruz. Tabii ki çok zor ve maliyetli bir proje, fakat en kısa zamanda bu projeyi hayata geçirip engelli  Tohum Otizm Vakfı’ndaki çalışmalarımıza gelince; otizmli çocuklarımızın daha doğru şartlarda bir eğitim almaları için çaba sarf ettiğimi söyleyebilirim. Şu anda faaliyette olan okulumuzda ise; otizmli ve maddi durumu zayıf ailelerin çocuklarına eğitim veriliyor. Bu erken eğitimle de otizmi yenmelerine destek olunuyor.

“Stilimin ruh halime göre değiştiğini söyleyebilirim. Genelde sade ve düz çizgiler tercih ederim. Aşırıya kaçmayı hiçbir zaman sevmem.”

Moda konusunda hem eğitimli, hem de iyi bir trend takipçisi olarak sezon trendlerini bizler için değerlendirir misiniz?

Sezonun trendleri bu sene;

1) Pliseler her yerde etekler elbiseler gömleklerde bu detayı çok görüyoruz.

2) Metalik renkler

3) Büyük çiçekli desenler

4) Fırça darbesini anımsatan sanat eseri görünümündeki parçalar

5) Sırt çantaları

6) Erkeksi gömlekler, jeanler

Gardırobunuzun olmazsa olmaz parçaları nelerdir?

Dolabımın olmazsa olmazları; ayakkabılarım, siyah elbiseler, siyah skinny jean, trençkot ve aksesuarlarım.

 

“Gün geçtikçe Avrupa’nın daha çok ilgisini çekiyoruz, çok yakın bir zamanda İstanbul bu etkinliklerle modanın başkentlerinden birisi olacak diye düşünüyorum.”

Giderek daha da yankı uyandıran İstanbul Moda Haftası’ndaki tasarımları, tasarımcıları ve organizasyonu bir uzman gözü ile değerlendirir misiniz?

İstanbul Moda Haftası her sene daha da iyiye giden bir organizasyon kurguluyor, özellikle genç tasarımcılarımızı çok başarılı buluyorum. Yeni isimlerin ise kendilerini tanıtmaları için iyi bir platform olduğunu düşünüyorum. Gün geçtikçe Avrupa’nın daha çok ilgisini çekiyoruz, çok yakın bir zamanda İstanbul bu etkinliklerle modanın başkentlerinden birisi olacak diye düşünüyorum. Gördüğüm tek eksiği değerlendirecek olursam, basın ayağında daha çok yabancı basın, blogger ve editör gelmeli İstanbul’a.

Sizce Türk modacılarının ve markalarının dünya arenasındaki yeri nedir?

Dünya arenasında çok başarılı bulduğum Türk tasarımcılarımız var. İsim verecek olursam; Hüseyin Çağlayan, Erdem Moralıoğlu, Bora Aksu, Arzu Kaprol inanılmaz başarılılar. Fakat daha çok isim olması lazım… Tabii ki dünyada ismini duyurmak çok zor bir şey fakat bunu hak eden bir çok tasarımcımız olduğunu düşünüyorum ve çok iyi yerlere gelerek uluslararası arenada temsiliyetimizin artmasını diliyorum.

Röportaj: Bengü Arslan

Fotoğraflar: Erhan Abinikman

Mekan: Sait Halim Paşa Yalısı

Konuşmacı Olarak Katıldığım Spor ve Kadın Paneli

gedik_universitesi_logo_amblem_

Haber ve etkinlik detayları için TIKLAYIN

Mart Kadınlar Günü Etkinlikleri Kapsamında

 ‘Spor ve Kadın’ Konulu Panel

Gedik Üniversitesi’nde Gerçekleşti

Gedik Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi’nin 07 Mart 2013 Perşembe günü, 8 Mart Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında düzenlediği, “Spor ve Kadın” konulu panelin açılış konuşmasını Gedik Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Sayın Hülya GEDİK SADIKLAR tarafından gerçekleştirildi. Sayın Hülya GEDİK SADIKLAR, 8 Mart kadınlar günün öneminden ve kadınlarda ki spor bilincinin artışından söz etti.

Moderatörlüğünü Yrd. Doç. Dr. İlknur HACISOFTAOĞLU’nun yaptığı panele Türkiye Milli Olimpiyatlar Komitesi Genel Sekreteri Neşe GÜNDOĞAN, Emekli Öğretim Görevlisi Feriha ŞAKAR, KASFAD Yönetim Kurulu Üyesi Bengü ARSLAN, Engelsiz Akademi Spor Kulübü Başkanı Pınar CARLAK ve Fenerbahçe Takımı İdari Menajeri Çiğdem RASNA konuşmacı olarak katıldı. Panelistler Cumhuriyet döneminden günümüze kadınların aktif spor yaşantısında ki yerlerinden söz ettiler. Bütün çabalara rağmen günümüzde halen aktif spor yapan kadınların sayı olarak erkeklerin 1/4 oranında olduğu vurgulandı. Özellikle Engelsiz Akademi Kulüp Başkanı Pınar CARLAK,  engelli bir anne olarak yaşadığı zorlukları anlattı.

Gedik Üniversitesi öğrencilerinin büyük bir ilgiyle dinlediği panelde öğrenciler panelistlere spor ve kadın ile ilgili merak ettikleri soruları yönelttiler ve kadının aktif spor yaşamında yerinin nasıl neler yapılabileceğine dair fikirlerini sundular.

Panelin ardından Gedik Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi adına konuşmacılara teşekkür edilerek çiçek takdim edildi.

Read the latest car news and check out newest photos, articles, and more from the Car and Driver Blog.

Hikâyemin Baş Kahramanı: Nesrin Olgun Arslan – Annem

İlhan Maraşlı’nın annemi fotoğrafladığı ‘Kadın Başarır’ Sergisi için yazdığım katalog metni…

Hikâyemin Baş Kahramanı

Herkesin çocukluğundan itibaren bir masal kahramanı vardır, onun gibi olmak ister, onu örnek alır, onun gibi olmak adına doğduğu andan itibaren kahramanının attığı her adımı ezberler ve onu tanımak, onunla bir kez olsun göz göze gelmek, ona dokunabilmek için her şeyi yapar. Bazen çaresizliğe düşer, gerçekten böyle biri var mı diye düşünür? Bazen gerçek hayatla hayal dünyasını karıştırır ve hiçbir zaman ona ulaşamayacağı konusunda karamsarlığa kapılır. Ben hikâyemin başkahramanını dünyaya gözlerimi açtığım ilk anda tanıdım. Eğer böyle bir kahraman yanı başınızda ise; hayat bambaşka olur. İşte o yanı başımdaki kahraman, kahramanım; annem: Nesrin Olgun Arslan.

 

Ve annemin ansiklopedilere konu olan hikâyesi ise; ben doğmadan yıllar önce başlamıştı.

Büyük cümleleri büyük insanlar kurar…

Sigara içerken o zamanın Gençlik ve Spor İl Müdürü Tuncay Şenyüz’e yakalanmış annem. Tuncay Hoca ona; “Sen artık yüzmeyi bırak, sigaraya da başlamışsın, artık iyi bir yüzücü olarak sporculuğuna devam etmen mümkün değil” demiş. Utanmış, gururunu tamir etmek adına işte o iddialı cümleyi kurmuş ve o an farkına daha çok vardığı düşlerinin peşinden koşmaya karar vermiş.

 

“Manş Denizi’ni geçeceğim”

Manş Denizi, çoğumuz için ansiklopedik bir bilgidir. İngiltere ile Fransa arasında oluşu, gelgitlerin en yoğun yaşandığı ve birçok öyküye konu olan Manş Denizi… Ve Adana’dan ne kadar uzak. Türk yüzücüler Ersin Aydın, Erdal Acet, Doğan Şahin, Seyit Güler ve Murat Güler Manş’ı yendiler ama bu denizi bırakın geçmeyi, geçmeye cesaret edebilen bir kadın bile çıkmamış.

Öncelikle büyük bir düş, sonrasında büyük bir hedef…

Kutal Özülkü ile dört yıl boyunca her gün altı saat antrenman… Annem hep bize; kendi hedeflerimizi belirlememiz için şans vermiş ve o hedefin de mutlaka kimsenin etkisi altında kalmadan tamamen kendi irademizle verilmiş olması konusunda özen göstermişti, tıpkı Manş Denizi’ni geçme kararını alması gibi… Bu onun için öncelikle bir düş, sonrasında ise büyük bir hedefti.

 

“Size yardım edecek bir tek kişi kalıyor; o da kendiniz…”

Omzunda tendinit vardı. Tedavi olması gerekirken, hedefinden uzaklaşmamak adına bu operasyonu erteledi. Dışarıdan hiçbir maddi destek görmedi, anneannemin maaşlarından artırdığı parayla İngiltere’de Manş kıyılarına gitti. Eski bir araba, uzun bir yol, kısıtlı imkânlar… “Siz Kuzey Kutbu’na yakın bir yerde hiç denize girdiniz mi? Soğuktur… Adana’ya ve sevdiklerinize uzaktır. Kendinizi bir devin karşısında güçsüz ve çaresiz duyumsarsınız. Ve ilk kulaçla birlikte, size yardım edecek bir tek kişi kalıyor; o da kendiniz…” derken bana resmen tüylerim ürperiyordu. O, o anı yaşıyordu, sanki ben de kendimi o soğuk Manş Denizi sularında buluyordum.

Tarih: Ağustos 1979

Yer: Manş Sahili

 “Eğer bu düşümü gerçekleştirebilirsem, yaşama karşı kendimi çok güçlü hissedecektim. İnsan iradesinin doğa karşısında sanıldığı kadar güçsüz olduğuna inanmıyorum. Elde etmek istediğimiz şeyler ne kadar zor olursa olsun, irade, bilgi ve çalışma ile elde edilebilir… Buna inanıyorum. Ama kimse inanmamıştı… Haklı oldum.”

Manş denizini yüzerek geçen ilk Türk kızı – ve hala tek

Yalnızca haklı olmakla kalmadı, bir de tarihe geçti annem Nesrin Olgun: Manş denizini yüzerek geçen ilk Türk kızı olarak. Önce bir düş kurdu, sonra 4 yıl süre, büyük bir azimle çalıştı, sağlığından, sosyal yaşamından, ailesinden mahrum kaldı, düşlerinin peşinden koştu, kendi doğası ve zaman ile yarıştı, sonunda kazanan O oldu.

Manş Cehennemi’nde 100 bin kulaç ve 15 saat 47 dakika…

 “Koca bir devin karşısında, iradenizden başka kullanacağınız hiçbir silahınız yok… Manş’ın serin, uzak ve karanlık sularında attığım her kulaç, deve vurduğum bir darbeydi ama ben de tükeniyordum. Düşünebiliyor musunuz 40 bin metre, 80 bin kulaç demek. İnsan bir koltukta oturup, aynı kelimeyi 80 bin kez tekrar edemez. Ama ben 80 bin kulaç atacağım. Acıkmadım… Susamadım… Yoruldum… Merak ettiğim tek şey saatti… Bir denizin ortasında olduğumu unutmuş, yalnızca zamanı merak ediyordum. Zamanın neresindeyim, ne zaman başladık ve ne zaman bitecek? Kafamdaki tek soru buydu. Fransa kıyılarına çıktığıma inanamıyordum. Üstelik “Manş Cehennemi” olarak tanınan bu denizde akıntıya kapılıp, 40 bin metre yerine 50 bin metre yüzmüşüm. 100 bin kulaç. Geçen süre: 15 saat 47 dakika…”

Bir devi yenmişti…

Hep ağlayacağını düşünmüş annem kıyıya ayak basıp, yürüyemediğini fark edip toprağa yığıldığında, ağlayamamış. Doğanın en zayıf yönü, insan iradesi derler ama benim kahramanım; annem, insan iradesinin denetim altına alamayacağı hiçbir gücün olmadığının en büyük kanıtı idi.

.

Gerçek parıltılar

Bize, öğrencilerine, hikâyesini okuyan- dinleyen herkese, başarıya giden yolun nasıl olduğunu gösteren bir örnek oldu. Öncelikle benim rol modelim, sonra tüm gençlerin. Onun yanındaysanız, kendinizi hep güçlü hissedersiniz, yaşamdan hiç korkmazsınız, olumsuzlukların üzerine gidersiniz ve onları bir bir aşarsınız. Geriye dönüp bakarsınız ve bir kez daha gerçek parıltının kıymetini anlarsınız.

“Nesrin Olgun Sokak”

Annem şu anda spor danışmanlığı yapıyor, bir spor salonu işletiyor, küçük yüzücülerine başarının yollarını gösteriyor, göstermekle kalmayıp ellerinden tutarak onlarla ilerliyor. Birçok büyük iş teklifini reddederek kendisini Adana gençliğine adadı, doğduğu, büyüdüğü, bizim de çocukluğumuzun geçtiği ve halen “kraliçemiz” anneannemizin oturduğu sokağa annemin adı verildi. Bir çocuk için bu nasıl büyük bir gururdur, bilir misiniz?

Herkesin ondan öğreneceği çok şey var…

Ansiklopedilerde yer alan, tarihe adını yazdırmış düşlerinin peşinde koşan Nesrin Olgun, büyüklerin deyimi ile “kara kız”, sigara ile yakalanan haylaz öğrenci Nesrin ve babamın biricik eşi, kardeşimin ve benim de muhteşem annemiz Nesrin Arslan’dan herkesin öğreneceği çok şey var. Anılarda saklanmış bu başarı; umarım birçok gence yol gösterir…

Modada Bembeyaz Bir Sayfa Açan İsim: Hamdi Külahçıoğlu

E-ticaret Devrimcisi: Hamdi Külahçıoğlu

hamdikulahciogluba

Devir e-ticaret devri… Ee, biz kadınlar için de alışveriş siteleri bu devirde vazgeçilmez… En çok keyif aldığım sitenin Kurucu Ortağı Hamdi Külahçıoğlu’nu yakalamışken, bir röportaj gerçekleştirmeme olmazdı, öyle değil mi? www.beyazkutu.com sitesinin oluşumuna kadar geçen süreci, girişimciliği, yeni ticaret alanlarını, modayı, sektörü, kısacası her şeyi Hamdi Bey ile masaya yatırdık. Ben röportajı yaparken çok keyif aldım, eminim sizler de okurken çok keyif alacaksınız. Hamdi Bey; oldukça yenilikçi ve son gelişmeleri yakından takip eden tam bir moda insanı diyebilirim. Çok etkileyici bir kariyere sahip, Unitim, Harvey Nichols, Victoria’s Secret, Barney’s gibi bir çok dünya devine tasarım yapmış, New York’un o görkemli ve moda kokan havasını solumuş ve fazlasıyla bu koku içine işlemiş bir iş adamı… Gelin Beyaz Kutu’nun yükselişini kendisinden dinleyelim…

Eğitiminiz ve özgeçmişiniz? Bu işe başlamadan önce iş hayatında tecrübeniz oldu mu, nerelerde çalıştınız?

Boğaziçi İşletme mezunuyum, üzerine de ABD’de finans masterı yaptım. 15 sene New York’ta yaşadım. Ardından moda sektöründe birçok iş gerçekleştirdim. Kendi işimi yaptım, profesyonel olarak çalıştım. markamı yaratıp, Barneys gibi bir çok büyük firma ile çalıştım. 2001, 11 Eylül sonrası Amerika’da işler değişti. Ben de artık yavaş yavaş dönmeyi düşünüyordum, ardından Türkiye’ye döndüm ve Unitim gruba katıldım. 5 sene Unitim’de görev yaptım, sonrasında Harvey Nichols’ı açtık ve ben Harvey Nichols’ya Satın Alma Direktörlüğü görevimin ardından Genel Müdürlük görevine getirildim. Chanel, Tom Ford, Polo Ralph Lauren gibi bir çok markayı Türkiye’ye getirdik. Ardından 2009 yılında görevimden ayrıldım.

Bu işe başlama fikri nereden geldi ve nasıl gelişti?

E-ticarete girişim, Türkiye’deki potansiyeli görerek oldu diyebilirim, daha henüz bu özel alışveriş sitelerinin yeni çıktığı zamanlarda, sürekli çok büyük indirimlerin iyi markaların zarar gördüğünü düşünüyorum, bir yerde markalar bunu anlayacak ve geri çekilecek diyordum, bugün de olmaya başladı diyebilirim. Bizim ki tamamen sezon ürünleri satan bir butik olarak hizmet veriyoruz. Fırsat ürünü her zaman var ama biz sezon ürünlerini ön plana çıkararak hizmet veriyoruz. Türkiye’nin ilk sezon ürünlerini satan e-ticaret sitesiyiz. Baktığınızda Türkiye’de B segmente hitap eden Department Store yok, birçok lüks markaları satan mağazalar, bir de C hedef kitleye hitap eden markalar var, biz aslında bu boşluğu da doldurmak istedik. Fikir bu şekilde gelişti ve doğru olduğunu da yaşayarak gördük. Özel alışveriş siteleri oldukça sayıca artmaya başladı ve insanlar doyum noktasına geldi. Fırsat ürünlerinin kalitesi de tartışılır ve güvenilirlik konusunda sorun yaratıyor.

Beyazkutu.com bildiğimiz gibi bir online alışveriş sitesi peki neden beyazkutu’yu tercih edelim bizim için avantajlarınızdan ve güvenilirliğinizden bahseder misiniz?

Aslında bir müşterinin beyazkutu’yu tercih etmesi için çok fazla nedeni var… Öncelikle biz tüm sattığımız markaların yetkili internet satıcısıyız. Yani diğer bazı web sitelerinde olduğu gibi sahte, lisanssız ya da yetkili izni dışında satılan ürünlerin bulunduğu bir web sitesi değiliz. Yine bu markaların Türkiye’de ulaşamadığı bir çok ile de bizim sayemizde ulaştığını, bu illerde yaşayan insanların dünyaca ünlü moda markalarının sezon ürünlerine ulaşmak için İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlere gelmesine gerek kalmadan, sadece tek bir tıkla ulaşabildikleri dev bir mağaza burası. Üstelik bu dev mağazada Türkiye’de hiç satışı olmayan bazı özel markalar da satışta… Ayrıca tüm bu markalara sadece üyelerimize özel fırsatlarla sahip olabiliyorsunuz.

Beyaz Kutu’dan alışveriş yapmak isteyen ama yurt dışında olanlar sipariş verebilir mi?

Açıkçası yurtdışından çok fazla talep görüyoruz… Bu noktada yurt dışındaki müşterilerimize de özel hizmetler sağlıyoruz. Kargo bedellerini de karşı tarafa yansıttığımız bu modelde müşterilerimiz dünyanın neresinden isterlerse istesinler özgürce alışveriş yapabiliyorlar. Öncelikle şunu belirtmek isteriz ki; diğer tüm online satış sitelerinden farklı olarak beyazkutu’da satılan tüm ürünlerin fotoğrafları HD kalitesinde çekiliyor. Yani fotoğrafta gördüğünüz bir ürünün elinize geçtiğinde bakıp şaşırma ihtimaliniz oldukça zayıf. Ama olası bir beğenmeme, beden değişikliği vs. durumda müşterilerimizle birebir ilgilenen deneyimli müşteri temsilcilerimiz soruna anında müdahale ederek gereken neyse onu yapmaktadırlar. Müşterilerimizden gelen feedbacklere de bakarak iyi bir müşteri hizmetleri anlayışımız olduğunu söyleyebiliriz. Müşterilerden gelen mailler benim bilgisayarıma da düşüyor ve günümün en az 1-2 saatini bu maillerle geçiriyorum diyebilirim. Müşteri odaklı bir satış politikası söz konusu.

 

Siparişi veriyoruz ve anında elimizde oluyor. Diğer e-ticaret sitelerinde bu bu şekilde işlemiyor ve uzun süre beklemek gerekiyor. Bu da sizi diğerlerinden ayıran büyük bir fark öyle değil mi?

Yine bu alanda da diğer giyim ürünleri satan –bilhassa kampanya- sitelerine nazaran oldukça avantajlı durumda, çünkü sattığı tüm ürünler sezon ürünleri ve de ya kendi stoklarında ya da stratejik tedarikçisi konumunda bulunan firmaların stoklarında bulunuyor. Bu da satılan ürünlerin müşteriye ulaşma zamanını bir hayli düşürüyor. Bir örnek vermek gerekirse; kampanyayla satış yapan sitelerde ulaşım zamanın 10-15 gün arası değişebiliyorken, beyazkutu’da bu süre ortalama 4 iş günü olarak şekilleniyor.

Kanyon Pop-up Shop fikrinin yaratıcısız sizsiniz sanırım…

Beyazkutu.com online moda giyim satış sitelerinden farkla kendisi ithalatlar yapıp stoklara sahip olduğundan böyle bir farkı yaratabildi. Aslında bu proje Kanyon ile ortaklaşa düşünüp geliştirdiğimiz bir projeydi ve hem kendi müşterilerimiz, hem de bizi daha önceden tanımayan ve bu organizasyonla tanıyan, kısacası herkesin çok büyük ilgi gösterdiği ve beğeniyle karşıladığı bir proje oldu. İnsanların ilgisi bizi çok mutlu etti ve bu gibi organizasyonlar yapma noktasında bizi yüreklendirdi. Ancak bizim asıl işimiz web / online satış olduğundan kısa vadede böylesi bir organizasyon yapma niyetimiz yok.

Beyazkutu.com adresini tercih ettiğimizde hangi markaları bulabiliriz ve piyasa ile ne derece karlı avantajlara sahip olabiliriz?

Beyazkutu.com da; French Connection, Brooklyn Industries gibi Türkiye’de başka hiçbir yerde satılmayan ürünlerin yanı sıra Rock & Republic, Tommy Hilfiger, Camper, G-Star, Aldo, Energie, Calvin Klein, Miss Sixty, Pepe Jeans, Custo Barcelona, Killah, Lavand, Antony Morato, Billabong, Vans, Oakley gibi daha onlarca markanın binlerce ürününü bulabilirsiniz. Tüm bu markaların sezon ürünlerine, en cazip fiyatlarla ve dönem dönem gerçekleştirilen özel kampanyalarla sahip olabilirsiniz. Bu arada yine piyasaya damgasını vuracak yeni bir çok markanın çok yakında beyazkutu’da olacağının müjdesini de buradan vermiş olalım…

Sektördeki diğer internetten giyim ürünleri satan, özellikle de private shopping siteleriyle kıyasladığımızda kendinizi nerede görüyorsunuz?

Öncelikle beyazkutu olarak kendimizi bu sitelerden tamamen farklı bir yerde görüyoruz, kaldı ki müşterilerimizden gelen yorumlar da bizim bu düşüncemizi doğrular nitelikte oluyor. Çünkü biz sözü geçen o siteler gibi bazı markaların geçmiş sezonlardan ellerinde kalan ürünlerini değil, sadece belirli ve en üst bantta bulunan özel markaların en son sezon ürünlerini satıyoruz. Yani tedariçilerin stoklarını eritmek üzerine değil, gerçek moda severlere hizmet vermek üzere kurulmuş bir siteyiz. Zaten müşterilerden aldığımız pozitif yorumlar da bunun göstergesi oluyor. Bir çok müşteri bu her gün mantar gibi türeyen bu sitelerden sıkıldıklarını, satılan ürünlerin kalitesiz olduğunu ve yepyeni bir soluk aradıklarından bahsediyor. Tabi en sonunda bu okların bizi göstermiş olması da bizim için ayrı bir kıvanç vesilesi oluyor.

 

Anneme… (50. yaş gününde yazdığım mektup)

Annelerin EN’ine….

559233_312576868838353_1752593616_n

Bugün benim canım annem dünyaya gelmiş 51 yaşına girmiş ama ruhu tam tersi 15 yaşında gibi…

Yıllar, yaşadıkları, onun o gülen gözlerinden hiç birşey götürmemiş, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen ‘Hayat sana inat, ayaktayım’ tavrından hiç birşey kaybetmemiş…

Bana doğum günümde attığın mesajın hep durur telefonumda arada çıkarır okur, mutlu olurum, bazen de sana kızarım biliyor musun, neden bana hep böyle güzel şeyler söylemez diye.. Mesajın başında demişsin ki ‘Akıllı kızım iyi ki seni doğurmuşum.’ Sen böyle cümleleri çok sık kurmazsın annem, anlamaya çalışırım seni her defasında belki de işime gelmez… HEp güzel şeyler duymak isterim senden ama sen hep çok nadir söylersin… Hep bunun da bir anlamı vardır elbet diye düşünürdüm, her yaptığın şeyin mantıklı bir açıklaması olduğu gibi ve yavaş yavaş bunu fark etmeye başladım sanırım, bunu yaparak hep beni daha da hırslandırmak daha da başarılı olmamı sağlamak istedin, tıpkı senin en büyük başarını kazandığında ki gibi, ben de bu sayede çok daha başarılı olabilirdim çünkü ne de olsa senin kızındım dimi annem:)

Dışarıdan o kadar sağlam duruyorum ki, Herkes beni çok güçlü sanıyor annem. Oysa bazen kendimi ne kadar da güçsüz hissediyorum, böyle zamanlarda telefona sarılıyorum senin sesini duymak içimi rahatlatıyor, kendime olan güvenimi geri getiriyor, o ses bana kızım telaşlanma, sakin ol, zamana bırak, aceleci olma, ben elimden geleni yapacağım diyor, kendinden o kadar emin ki şefkat dolu, sevgi dolu… Bir oh çekip kapatıyorum telefonu… Herkes seninle olan ilişkime şaşırıp kalıyor, sen o kadar farklı bir annesin ki her şeyimsin, canımsın, arkadaşımsın yeri geldiğinde o otoriter tavrın muma çeviriyor insanı, o çizgiyi korumak her annenin yapabileceği bir şey değil sanırım sen ve senin gibi annelere ‘PROFESYONEL ANNE’ demek yanlış olmaz:)

Senin gözünde halâ küçük bir kız çocuğuyum hiç büyümüyorum, büyümek de istemiyorum. Sanki yirmidört değil yedi yaşındayım. Sana o kadar ihtiyacım var ki annem. Sakın beni sensiz bırakma.

Sen varsan her şey güzel annem. Daha bir emin basıyorum yere… Adımlarım daha hızlı, yüreğimde daha çok umut var … Her şeyi daha çok seviyorum seninle. Seninle daha çok gülüyorum daha az üzülüyorum.

Senin küçük kızın çoktan büyüdü anne… Hayatı tanıdı.. Düştü kalktı… Yine yoluna devam etti … Bazen ben bile şaşıyorum kendime… Güçlü olan ben miyim? Yoksa içimdeki küçük kız mı? Karıştırıyorum bazen bu iki kimliğimi… Üzüldüğümde sen yoksan yanımda içimdeki küçük kıza sarılıp ağlıyorum ona dert yanıyorum… Bazen düşünüyorum o küçük kızı benimle beraber mi doğurdun? Ben büyüdükçe o hep küçülüyor, küçük kalıyor anne… Belki de bu yüzdendir sen beni görünce onunla karıştırıyorsun… Çünkü ben yirmidört, o yedi yaşında anne… Bunu kimseye söyleme anne… Onlar yine beni olgun sansınlar anne…

Seninle hep gurur duydum, senin benimle gurur duyduğun gibi. Seni Çok Seviyorum. İyi ki senin kızınım, iyi ki her şeyimle sana benziyorum annem…

Bu ‘İYİ Kİ DOĞDUN’ cümlesini en çok da sen hakediyorsun annem…

iyi ki doğdun, iyi ki varsın, iyi ki benim annemsin, başkasının annesi olsan çok kıskanırdım :))

Yanımda olmasanda varlığını o kadar derin hissediyorum ki içimde…

Seni Seviyorum

Bengü

Aşk Klişeleri

pink-heart-cloud-640x360

Konu aşka gelince, herkesin bir fikri mutlaka vardır. Özellikle de konu kendisi değilse…“Sevseydi kıskanırdı”, “Sevseydi affederdi”, “Sevseydi arardı”, “Sevseydi söylerdi”… Bu cümleler hepinize tanıdık geliyor öyle değil mi?

Ben bunlara “aşk klişeleri” demeyi tercih ediyorum. Belirsizlikle yaşamayı bir türlü beceremeyen insanoğlunun, ‘AŞK’ı mantığa ve matematiğe sığdırma çabası beni gerçekten yoruyor… Başkalarının hayatları üzerinde umarsızca verebildiğimiz kararlar, kendimize gelince neden bir anda ‘ne yapacağımı bilmiyorum?’ lu cümlelere ve kafa karışıklıklarına dönüşüyor…

Her ilişkinin kendi içerisinde bir düzeni, mantığı olduğuna inanıyorum. Her insan da karşısındaki insana göre ilişkide farklı bir role bürünüyor.

Evrensel kurallar üzerine oturtmaya çalışmak… Ne büyük hata öyle değil mi? Belki ‘AŞK’ın  semptomları evrensel: kalp atışları, midede kelebekler, iştah kesilmesi, bir tek düşünceye odaklanma… Bunlar evrensel, evet haklısınız ama ‘AŞK’ın sürecinin, gidişatının, akışının evrenselliğine karşıyım. Aşk’ı kalıplara sokmaya çalışmaya, bir “yapılması gerekenler” reçetesi çıkarma çabasına da karşıyım…

Aldatmak, affetmek, aramak, özlemek, istemek, kıskanmak… Fiillerin bir duyguyla eş değer tutulmasına karşıyım. Evrenselleştirilmeye çalışılan ‘AŞK Klişelerine’ karşıyım.

Özne-fiil uyumu bence Aşk. Kişiden kişiye değişime uğrayan… Kimine göre öncelik, kimine göre tutku, kimine göre kıskanmak, kimine göre aramak demek; kimine göre yalnızca bir kişiyle, kimine göre de bir kaçıyla yaşanılan… Evrenselleştirme çabası boşuna çünkü özünde özne değiştikçe, fiilin değiştiği bir duygu ‘AŞK’

Belki de ilişkilerde mutlu olabilmenin en büyük çözümü tam da budur… Klişeleri ilişkiden uzak tutmak ve evrenselleştirmeye çalışmamak…

Anlatmaya çalışmak yerine sadece hissettiğimizi yaşayabilsek keşke… Başkalarının ne düşündüğünden arınmış, sadece kendi düşündüğümüz, daha çok hissettiğimize odaklanarak…

Bengü Arslan

Yeni Medya Patronu: Demet Sabancı

demetsabanci

Sabancı ailesinden bir isim sonunda medyaya girdi. Çiçeği burnunda medya patronu Demet Sabancı, medyaya niçin girdiğini, neler yapmak istediğini ve DEMSA Group’u Q Life okuyucularına anlattı. Sabancı ailesinin kadınları iş dünyasında adından söz ettirmeyi başarıyor. Demet Sabancı gibi… Genç, güzel, samimi, zarif, sıcacık ses tonu ile size pozitif enerjisini yansıtan Demet Sabancı, eşine ve ailesine çok önem veriyor. Hem iyi bir anne, hem iyi bir iş, hem de mükemmel bir iş kadını olmanın sırlarını bizlerle paylaştı. Biz harika bir sohbet gerçekleştirdik, sizlerin de keyifle okuyacağını ümit ediyoruz.

 

 DEMSA Group ‘un kuruluş hikâyesini bizlerle paylaşır mısınız?

2000 yılında Eşim Cengiz Bey ile Demsa Group’u kurduğumuzda amacımız, dünyaca ünlü birçok markanın Türkiye pazarında yaygınlaşmasını sağlamaktı. Bunu gerçekleştirirken öncelikle kendimize ve Türk tüketicisine yakın ve büyüyebilecek markalar seçtik.  Portföyümüzde, her kesime hitap edecek fiyat aralığında ve müşterimizin her türlü ihtiyacını karşılayabileceği çeşide sahip markalar mevcut. Türk tüketicisinin hizmetine ve beğenisine sunulmuş bu markalar, Türkiye’nin birçok şehrine yayılmış 98 mağazayı kapsayan güçlü mağazacılık sistemi ve 900 aşan profesyonel kadrosu ile yoluna devam ediyor. Birçok yeni bölüm açtık. Marka çeşitliliğine hep çok önem verdik. Algıyı artıracak çalışmalar yaptık ve neticede müşterimizin sayısı ve profili çok arttı. Tabii ki tüm çabalarımız bunun içindi.

 

DemSA Group olarak birçok dünya markasının Türk temsilciliğini yapıyorsunuz. Bunların dışında güçlü markaların ürünlerinin yer aldığı mağazacılık devi Harvey Nichols ve Brandroom ‘u Türk tüketicisine kazandırdınız. Bunların devamında farklı ‘’dev ‘’sürprizler yine bizleri bekliyor mu?

Bazen yaptığınız yatırımın içini doldurmanız gerekiyor. Harvey Nichols örneğindeki gibi. Dev bir kurgu Brandroom‘da olduğu gibi. Bunların devamında farklı çalışmalarımız olur mu bunu zaman gösterecektir. Şu anda eldeki yatırımları doğru bir şekilde, sağlam adımlarla ilerlemesi çabasındayız.

 demetsabanci1

Fashion TV’den sonra medya dünyasında yatırımlarınız hızla devam ediyor. MediaSA bünyesinde kurulan World Travel Channel  (WTC)’ın kuruluş amacı ve hedeflerinden bahseder misiniz?

World Travel Channel’da amacımız öncelikle tüm izleyicilerimize ve misafirlerimize kısaca her kesime gezi, seyahat ve turlar hakkında bilgiler vermektir. Bir başvuru niteliği taşımaktır. Seyahate gidenler, gitmek isteyenler, seyahat belgeseli izlemek isteyenler, farklı kültürleri, yemekleri öğrenmek ve izlemek isteyenler World Travel Channel izleyeceklerdir. Ayrıca çok uygun fiyatlar ve ödeme koşulları ile turlar ve otellerde World Travel Channel’da olacak. Kaçırılmayacak fırsatlar yaratacağız. Hem otelleri hem de destinasyonları kapsamlı olarak tanıyarak seyahat etme imkânı artık TV’lerinde olacak. Tabi bu içerikle tatil yapma seyahat etme fikrini de geliştireceğimize insanları tatil yapmaya yönlendireceğimize inanıyoruz.

WTC ‘nin diğer özelliği de yayında görüldüğü anda rezervasyon yaptırabilme imkanı sağlıyor olması  bu hayli ilgi çekici olanak hakkında detaylı  bilgileri sizden öğrenmek istiyoruz…

World Travel Channel haricinde World Travel Trip adı ile bir seyahat şirketi de kurduk. Kanaldan bağımsız olarak hem internet üzerinden hem de TV’den satış imkânları da yarattık. Dolayısı ile diğer tur operatörleri gibi birçok tur, otel alışverişlerinizi bizden yapabilirsiniz. Ayrıca biz anlaşmalı olduğumuz tüm tur operatörtlerinin ürünlerini de sattığımız için en geniş ürün yelpazesi taşıyan turizm portalıyız aynı zamanda. Yani tüketicimiz kanalımız veya internet sitemizde en geniş seyahat imkânlarını bulacaktır.

World Travel Channel’a baktığımızda çok keyifli birçok programın olduğunu görüyoruz. Tüm bunların yanı sıra en çok dikkatimizi çeken programlardan olan medyada da geniş yer alan ‘Payitaht Osmanlı İstanbulu‘’ belgeseli ve   ‘’Prensesin Seyahat Günlüğü ‘’programları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Biz olmayanı yapmayı ilke edindik. Bu yüzden de World Travel Channel’da ekrana gelen programlarımızın içerikleri oldukça sıra dışı. ‘Payitaht Osmanlı İstanbulu’ da böyle bir çalışma. Payitaht, iki kıtayı birbirine bağlayan İstanbul şehri ve Osmanlı’nın köklü tarihi üzerine yüksek  bütçeler ve titizlikle gerçekleştirilmiş olan bir belgesel çalışması. Bu bir ilkti ve izleyenler İstanbul’u daha önce hiç böyle görmedi. O nedenle gelen tepkiler de çok olumlu      oldu.“Prenses’in Seyahat Günlüğü”nde ise İngiliz Kraliyet ailesi mensubu Michael Of Kent’in Türkiye de dahil olmak üzere pek çok ülkeye gerçekleştirdiği seyahat anılarına yer verildi. Bir prensesin deneyimlerini izlemek seyirci tarafından merak uyandırıcı oldu.

‘’Prensesin Seyahat Günlüğü ‘’programı konsept olarak ilginç. Zor değil mi bir prensesle çalışmak? Böyle bir konsept nasıl oluştu? Siz de bizzat görüşmelerde bulunuyor musunuz?

Tabi ki görüşmeler yoğun geçti. Michael of Kent, İngiltere hanedanına mensup bir prenses. Kanalımız farklı kitlelere hitap ettiği için, tabii ki önemli isimleri de programcı olarak bünyesine katmak gerekti. Prensesi burada bir süre misafir ettik ve kendisi de, kanaldan gelen rica doğrultusunda, Türkiye ve yapmış olduğu tüm ülke seyahatleri ile ilgili izlenimlerini bizim için bir program haline getirmeyi kabul etti. Sonuçta “Prensesin Seyahat Günlüğü” isimli çok keyifli bir program oldu. İlgide gördük.

İş hayatınız, sosyal hayatınız, dernekler, çocuklarınız ve eşiniz ve hepsinde başarılı olduğunuzu görüyoruz. Bu kadar yoğunluğu nasıl organize ediyorsunuz?

Evet, bana en çok sorulan sorulardan biridir. Bu konuda hep övgü almışımdır. Aslına bakarsanız bu dengeleri kurup devam ettirmek çok da zor bi durum değil. Önceliklerinizi belirleyip ajandanızı da ona göre organize ediyorsanız ve bunu da prensip haline getirip takviminize de hassasiyetle bağlıysanız hepsi oluyor. Herkese, her şeye hatta kendinize bile yeterli vakit ayırabiliyorsunuz. Benimde yaptığım sadece bu.

ZTV Bilgi Eğitim Kanalınızda yetişkinlere okuma yazma öğretmeye çalışıyorsunuz biraz bu proje  tadındaki programınızdan bahseder misiniz?

 

Evet Türkiye’nin ilk eğitim ve gençlik kanalı ZTV Bilgi ve AÇEV işbirliği ile milyonlarca yetişkine ve en önemlisi kadınlara yeni ufuklar açmak için hazırlanan okuma-yazma programı “Hayat Okuyunca Güzel” 12  Ekim’de ZTV              Bilgi ekranlarından yayınlanmaya başladı  bile. Türkiye’deokullaşma oranlarının yükselmesine rağmen eğitim hakkından yararlanamamış, okuma-yazma öğrenmek isteyen ve okuryazarlık becerilerini geliştirmeye ihtiyaç duyan çok sayıda yetişkin bulunuyor. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak AÇEV (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) ile gerçekleştirdiğimiz işbirliği neticesinde okur/yazarlık becerilerini geliştirmek isteyen         bireyleri desteklemek ve bu eğitimi yaygın bir şekilde ihtiyaç duyan kitlelere ulaştırabilmek amacıyla birlikte çalışmaya başladık.  Çekimleri ZTV Bilgi tarafından bir sosyal sorumluluk çalışması olarak gerçekleştirilen “Hayat Okuyunca Güzel”            programı ile eğitim desteğine ihtiyaç     duyan, çeşitli nedenlerle okuma-yazma kursuna gidemeyen bireylere ulaşmasını hedeflliyoruz. Programlarımız ise sınıf ortamında çekilen, eğitim programında deneyimli AÇEV okuma yazma   öğretmeni Tuğyan Hanım ile okuma yazma bilmeyen 10 kişilik bir “kursiyer” grubuyla gerçekleşen derslerden oluşmaktadır.    Ayrıca, rakamları tanımak, gündelik yaşamın içerisinde gereken en temel matematik becerilerini(paraları tanımak, saatleri okuma, fiyat etiketlerini okuyabilmek, basit toplama ve çıkarma hesaplarını yapabilmek) edinmek için çalışmalar yapıyorlar. Bu programımızla Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tüm basın mensubu arkadaşlarımızda çok ilgilendiler ve destek oldular. Her gün yayınlanacak “Hayat Okuyunca Güzel” programının, ZTV Bilgi’nin TURKSAT 3A 11957 Mhz frekansından gerçekleşen yayını ile tüm Türkiye’ye ulaşması hedefleniyor.

 ZTV Bilgiden bahsederken hatırladığımız kadarıyla ‘’obezite’’ temalı bir  program çalışmanızda vardı.Bu programdan da bahsede bilir misiniz ?

Evet, çok doğru hatırlıyorsunuz. Biz eğitim kanalımızda herkesi ilgilendiren konulara da sadece öğrencilerimize değil ebeveynlerin eğitimine de önem vermeye çalışıyoruz ki obezite konusunda da ana hedefimiz sağlıklı bireylerden oluşan sağlıklı bir topluma ulaşma çabasında var olmaktır. Günümüzde teknolojinin hızlı            ilerlemesiyle      ortaya çıkan yenilikler insanların gün geçtikçe değişen bir hayat tarzı olmaya   başladı. Beslenme tarzındaki değişiklikler ve fiziksel hareket azlığıyla olumsuz şartlar                bir araya geldiğinde obezite riskini artmaktadır. Yapılan araştırmalar dünyada olduğu gibi ülkemizde de fazla kilolu olma ve obezite sıklığının giderek arttığını ve obezitenin özellikle çocuklarımızı ve gençlerimizi etkisi altına almaya baş göstermek olduğunu biliyoruz ve hatta Avrupa da 2. ülke olduğumuz araştırmalardan çıkan kötü sonuç. Yurdumuzu da sağlıklı yetişen sebze, meyvenin bolluğu ve verimli toprakları     düşünürseniz artık alarma geçmek gerektiği çok aşikâr. Biz de bu bağlamda kanalımız             da ”Öğrenci Sofrası” adı altında bir program yaptık. Her hafta sağlıklı ve lezzetli yemek tarifleriyle evlere konuk olan Öğrenci Sofrası, çocuklu ünlü konukları( Demet    Şener, Leyla Alaton gibi) ağırlayarak güzel sohbet eşliğinde izleyicileri      buluşturduk. 7’den 77’ye herkesin ve her kesimin sağlıklı bir yaşam sürmesi için sağlıklı beslenme gerekliliğinin altını önemle çizerek. Bu programda da Milli Eğitim Bakanlığından Sağlık bakanlığında izleyicilerimizden ciddi ilgi gördük.

Tasarımların Efendisi: Süleyman Demirel

 

suleymandemirelportre 

Süleyman Demirel, çalıştığı birbirinden ünlü isimlerin yanı sıra iddialı ve yaratıcı tasarımları ile oldukça gündemde olan, dobra, egolarından arınmış, sevgi dolu başarılı bir tasarımcı. O görkemli showroom’una girdiğiniz anda, ilk birkaç dakika etrafı seyretmekten kendinizi alamıyorsunuz. Yaratıcılık ve farklılık, çalışma alanına da fazlasıyla yansımış, çok samimi bir dost sizi nasıl karşılar ise, o da sizi öyle karşılıyor…

suleymandemirel2 

Demriel sadece ünlüler için kıyafet tasarlamakla yetinmeyip, kendi markası Azor’u 5 yıl önce hayata geçirdi bile… Azor’la modanın kolay ulaşılabilir bir kavram olduğunun altını çizmek isteyen genç tasarımcı ile markasını, tasarımlarını ve Türk moda dünyasını konuştuk…

Adınızın Süleyman Demirel olması size ne gibi avantajlar sağlıyor zira isminiz zaten bir marka…

Avantaj diyebileceğim tek bir nokta var, akılda kalıcı olması. Resmi kurumlarda kendimi ifade edebilmek ve yeni tanıştığım insanları inandırmak için nüfus cüzdanı göstermek zorunda kalmam dışında ise bir dezavantajını yaşamadım.

“Geniş kitlelere hitap etmeyi planladığım için giyilebilirlik, fonksiyonellik ve ekonomi benim önceliklerim arasında yer alıyor.”

Tarzınızı nasıl anlatırsınız, diğer tasarımcılardan farkınız ne?

Her tasarımcının birtakım önemli farklılıkları söz konusudur; hayata bakış açısı, kendisine hedef edindiği kitle ve o kitlenin yaşam tarzı, renklerle olan ilişkisi, modaya yansıtmak istediği ayrıntılar… Diğer tasarımcılara göre hazır giyim sektöründe markalaşmayı planladığım ve daha geniş kitlelere ulaşmak istediğim için koleksiyonlarımda daha çok giyilebilirlik ölçülerine, fonksiyonelliğe ve nasıl daha ekonomik üretilebilirliğe dikkat ediyorum.

suleymandemirel3

Tasarımlarınızda vazgeçemediğiniz detaylar neler?

Koleksiyonlarımda vazgeçemediğim en önemli ayrıntılar, siyah ve danteldir. Bu renk ve materyale karşı ciddi anlamda tutkum var. Koleksiyonlarımda son derece esnek davranırım ve kendimi sınırlamam.

Her tasarımcının hayali olan “marka yaratma” arzusunu siz Azor ile gerçekleştirdiniz, Azor’u bize biraz anlatır mısınız?

Daha önceki iş tecrübelerim ve kendi tarzımı kabul ettirebildiğim müşteri portföyümün desteğiyle, tabii ekibimin de çok ciddi özverileri sonucu, ‘Azor’ ortaya çıktı. 4 yıldan beri de Türkiye genelinde 150 mağaza ve butikte satışa sunuluyor. Koleksiyonumun tamamına gece elbiseleri hakim; mezuniyet baloları için özel abiyeler, kokteyl ve düğün elbiseleri… Aslında Azor’u biraz daha haute couture’e yakın çalıştım. Kumaşlarımız çok özel ve yeni sezon için kendi desenlerimi çizdirdim, bastırdım. Kısacası aslında Azor ve Süleyman Demirel’i birleştirmiş gibi oldum.

Abiyeye olan ilginin sizce sebebi nedir?

Televizyonda hangi diziye bakarsanız bakın, herkes ağır abiye giyiyor. Haliyle ilgi arttı abiyeye. Düşünün, 18 yaş altı gençler için yaşlarına uygun abiyeler hazırlıyorum fakat bana gelen ilköğretim ve lise öğrencileri ağır abiyeleri tercih ediyor! Yaşlarına uygun olmadığı konusunda uyarsam da yanlarında getirdikleri Nicole Kidman ya da Charlize Theron’un fotoğraflarını göstererek ‘Bu kıyafeti istiyorum’ diyorlar.

 

Demet Akalın için vazgeçilmezsiniz, onunla çalışmak zor mu? 

Benim adıma herhangi bir zorluğu yok, çünkü Demet Akalın en az bizler kadar modanın içinde ve trendleri çok yakından takip ediyor. Hazırladığım kıyafetleri ona beğendirmek ya da giydirebilmek için çaba harcamıyorum. Sahne kostümlerine birlikte karar veriyor ve hazırlıyoruz.

“Kendi ayakları üzerinde durabilen, hem ticari hem de üretim-planlama adına ciddi bir sirkülasyon yaşıyorum ve bundan da gayet memnunum.”

suleymandemirel 

Türkiye’de birbirinin aynı işlerin sürekli tekrarlandığı be birkaç kişinin egemenliğinde ilerleyen bir moda sektörü var ve gençlerin o birkaç ismin arasına girmesi biraz zor. Siz de şimdi markanızla bu dünyada yer almaya çalışıyorsunuz, işiniz zor mu sizce?

Türkiye’de moda anlamında yapılan çok da fazla bir şey olmadığını düşünüyorum, gerek hazır giyim adına gerekse haute couture anlamında… Avrupa markaları Türkiye’de çok daha fazla başarı gösteriyor ve ekonomiye yön verdiği kanaatindeyim. Türkiye’de tasarımcıların kendi adlarına oluşturdukları markalarda, Avrupa taklidi ürünler tasarladığını düşünüyorum. Türkiye’de yapılan fashion show’larda tasarımcıların kendi ruhunu ortaya koyduğuna inanmıyorum. O bakımdan o kültleşmiş isimlerin arasında kalmak ya da onlardan sıyrılmak gibi bir çabam yok. Bu isimler de zaten İTKİB’in ciddi destekleriyle ayakta duruyor. Kendi bünyelerinde yaptıkları işi ve maliyetleri kaldırabilecek bir sirkülasyon yaşamıyorlar. Bense kendi ayakları üzerinde durabilen, hem ticari hem de üretim-planlama adına ciddi bir sirkülasyon yaşıyorum ve bundan da gayet memnunum.

suleyman-demirel-tugce-kazaz

Koleksiyondan Notlar:

Süleyman Demirel,  ikinci kişisel defilesinde dünyanın 21. yüzyıldaki utancına; recm cezasına dikkat çekecek. Kan ve ten renklerinin hâkim olduğu koleksiyonun sergileneceği defilenin baş modeli ise  ‘ Tuğçe Kazaz ‘ olacak. Cyrus Nowrasteh ‘in  yönettigi, 2009 ABD yapımı  ‘SOROYAYI TAŞLAMAK’  filminden yola çıkarak ile recm‘i protesto edecek olan Süleyman Demirel’in Mayıs ayında sergileyeceği koleksiyonda kadına yapılan şiddetin ve hiçbir kadının taşlanarak ölümü hak edecek kadar suçlu olamayacağı fikri hâkim. Tuğçe Kazaz, Lara Sayılgan’ın objektifinin karşısına günümüzün şiddet mağduru kadını kimliğiyle geçti.

Röportaj Bengü Arslan tarafından MAG Dergisi için yapılmıştır.

Fotoğraflar: Onur Aykutlu

 

Kültür ve Sanatın Kraliçesi: İnci Aksoy

inciaksoy

Q- Öncelikle başkanlığını yürüttüğünüz Eğitim ve Kültür Araştırma Vakfı EKAV’ın geçmişini bize anlatır mısınız? 2010’da EKAV’ın hedefleri ve projeleri nelerdir?

EKAV/Eğitim Kültür ve Araştırma Vakfı eğitim, kültür ve araştırma konularında hizmetler verebilmek amacıyla 1991 yılında kuruldu. Düşüncemiz, Türkiye’nin ilk çağdaş sanat müzesini kurmaktı. Bu konu ile ilgili çok uzun çalışmalar yaptık.  Fakat bazı izinler alınamayınca Zincirlikuyu’da 1.000m2 lik minyatür müze gibi olan EKAV Sanat Merkezini hayata geçirdik. Sanat faaliyetlerimizi 10 yıla yakın bir süre sürdürdük. Burada Fahrel-Nisa Zeid, Ergin İnan, Muzaffer Akyol, Okan Bayülgen gibi önemli sanatçıların sergileri, seminerler, müzik dinletileri ve önemli edebiyatçılarla imza günleri gibi etkinlikler yaptık. Bina satılınca 2008 itibarıyla Ritz Carlton Oteli’nin altında Süzer Grubunun Vakfımıza desteğiyle , Süzer Sanat Merkezi içinde Ekavart Gallery’i açtık. 1991 yılından bu yana da TEV (Türk Eğitim Vakfı) aracılığıyla sanat dalında öğrencilere burslar vermekteyiz.

EKAV’ın hedeflerine gelince 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti olması sanat adına ülkemizde çok önemli gelişmeler olacak. Bizde EKAV Vakfı olarak sanat galerimizde çok önemli sanatçıların sergilerine ev sahipliği yapacağız. Ayrıca Vakfımızın 2 yıldır üzerinde çalıştığı ‘’Alışveriş Merkezlerine Özel Uydu Sanat Merkezi’’ Projemizi hayata geçirmemiz hedeflerimiz arasında bulunmaktadır. Ülkemizde birçok alışveriş merkezi açılıyor yaptığımız araştırmalarda 300 e yakın AVM olduğunu saptadık ve bunların içinde ne yazık ki sanatsal mekânlar yok. Hâlbuki genç nüfuslu ülkemizde gençleri sanata teşvik etmek için bu AVM’lere sanatı getirerek toplumun her kesimine ulaştırmak istiyoruz. Bu projenin amacı kültürel ve sanatsal etkinliklerin ülkemizde yaygınlaşmasını sağlamak, geçmişten günümüze gelen kültür değerlerini yeni nesillere aktararak geleneksel değerlere sahip çıkmak ve bu geleneğin devamına katkıda bulunmak, sanatı günlük yaşama katmak, böylece sanat yoluyla toplumun genel yaşam kalitesini yükseltmek. Sanatı toplumun her kesiminden insana ulaştıracak olan bu proje ile halk sanatsal etkinliklerden haberdar olacak ve interaktif katılımlarla sanat ortamında sosyalleşme imkânı bulacak. Ayrıca sanatın geliştirici özelliği ile sanatı günlük hayatın aktivitesi haline getirecek, birleştirici özelliği ile de toplumsal barışın sağlanmasına katkıda bulunulmuş olacaktır. Türkiye’de kültürün ve sanatın yükselen bir değer olmasına katkıda bulunmayı hedefliyoruz. Vakfımızın sloganı; sanat geliştirir, sanat iyileştirir, sanat birleştirir! Bu 3 olguya Türkiye’nin ihtiyacı olduğu inancındayız.

Q- EKAVART Galeri’de ne gibi organizasyonlara imza atıyorsunuz? 

2010 da ilk sergimiz Çağdaş Sanatın genç temsilcisi Ardan Özmenoğlu. New York da yaptığı çalışmalarını Ekavart Gallery de sergileyecek. Ayrıca Metin Güçlü, Gündüz Gölönü, kadınlara yönelik projesi ile gazeteci Tuluhan Tekelioğlu, yurtdışında birçok tanınmış koleksiyonerlerde eserleri olan İsviçre’de yaşayan sanatçı Rene Niklan, Türkiye’ye gelip EKAV’ da sergi açacak. Sergiler esnasında geçen yıl kitapları milyonlar satan Mümin Sekman, Songül Vardar ‘la başlattığımız kişisel gelişim seminerleri 2010’da da devam edecek.

inciaksoy2

Q- Türkiye’nin ilk online sanat televizyonunu kurdunuz. “Ekavart TV’yi henüz keşfetmemiş sanatseverler için bir de sizden dinleyebilir miyiz?

 Vakfımızın misyonu sanatı toplumun her kesimine ulaştırmak ve bu bağlamda internetin en güçlü iletişim aracı olduğunu biliyorum. Genç nüfuslu ülkemizde 70 milyon insanın 24 milyonu internet kullanıcısı. Kendim ve çocuklarım da bütün gün internet önündeyiz. Bilhassa onların devamlı Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde vakit geçirdiklerini gözlemledim. Ve gençlerin çoğu bu sitelerde sosyalleşiyorlar. Bende onların sanat ortamında sosyalleşmelerini nasıl sağlarım diye düşününce, 1 yıl gibi süren bir çalışma dönemi sonunda Türkiye’nin İlk online Sanat Televizyonu Ekavart tv yi, 1 Ağustos 2008 de ‘’Sanatla Randevunuz Var’’ sloganıyla interaktif sanat televizyonu olarak yayına başlattık. İlk gün 5.000, 5 günde 30.000, 1 ayda yüz bin ziyaretçi sayısına ulaştık.

Bu da sanat adına çok önemli bir gelişme, çünkü her zaman bana insanlar tarafından sanatın Türkiye’de pek ilgi çekmeyeceği söyleniyordu. Bu olay, doğru zamanda doğru işler yapıldığı takdirde  sanatında  ilgi çekeceğinin kanıtı oldu. Ve bugüne geldiğimizde sadece sanat için tıklayan günde 5-6 bin ziyaretçimiz, Facebook da 1.500’e yakın üyemiz var. Google da sanat deyince en çok aranılanlar listesindeyiz. Okullarda sanat eğitimi derslerinde arşivlerimizden yararlanıyorlar. Sanata dair görmek istediğiniz sergilere, sanatçılarla çok özel röportajlara, dünyadan ve Türkiye’den müzelere bir tıkla ulaşabiliyorsunuz.

Q- Başarılı bir iş kadını olarak, Türk kadınının dünyadaki ve özellikle çalışma yaşamındaki yerini nasıl tanımlıyorsunuz?

 

Son on yıla bakarsak, hızla değişen ve gelişen bir Türkiye görüyorum. Burada kadınlara çok önemli görevler düşüyor. Artık kadınlar sadece evde oturup çocuk doğuran kadınlar değil daha aktif iş hayatında önemli yerlerde söz sahibi olan kadınlar. İlk defa bir kadın Başbakanımız oldu Tansu Çiller, ilk defa TUSİAD da kadın Başkan Arzuhan Yalçındağ, dünyadaki en güçlü kadınlar arasında Güler Sabancı, dünyadaki gibi Türkiye’de de kadınlar çok önemli görevlerde bulunabiliyor. Birçok önemli şirkette kadın CEO’lar görev yapıyor. Sanatın her dalında kadınlar çok başarılı işlere imza atıyor. Yurtdışı sergiler açıyor, ödüller kazanıyorlar. Politikada da iş hayatında da kadınların başarıları ve gücü gün geçtikçe daha da yaygınlaşıyor Politikada kadınlara daha fazla yer verilirse, Avrupa Birliği’ne girme sürecinde ülkemiz adına daha iyi gelişmeler olacağını düşünüyorum. Önümüzdeki yıl dünyada dişilerin yılı olacağı söyleniyor. Çünkü değişen dünyada artık, duygusal zeka, analitik düşünce çok önem kazanıyor. Bu da kadınlarda erkeklere nazaran daha fazla.

 inciaksoy1

Q- Sizce İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olmasının Avrupa’daki yansıması nasıl olacak? İstanbul nasıl bir vizyona sahip olacak?

İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması sanat adına çok önemli. Şu anda dünyanın gözü artık ülkemizde. Türkiye sanat alanında dünyada önemli bir yeri olan dinamik bir ülke. Sakıp Sabancı’nın kitabında da yazdığı gibi ‘’Ben yurtdışına iş adamı kimliğimle gittiğim zaman farklıydım, ne zaman ki hat koleksiyonumu kolumun altına alıp Metropolitan’da sergiledim, o zaman ayağımın altına kırmızı halılar serildi demişti. Geçtiğimiz yaz çağdaş sanat ile ilgili eğitim aldığım New York Sotheby’s de derslerde çağdaş sanatın önemli isimlerinden Haluk Akakçe’ nin eserleri tanıtılıyordu. Fatih Akın, Nuri Bilge Ceylan, Fazıl Say, Yaşar Kemal gibi daha bizi başarıyla temsil eden birçok sanatçımız var. Ziyaret ettiğim Metropolitan Müzesi’nin  shopunda Nil Karaibrahimgil çalıyor. Müzede satılan bir kitapta gelmiş geçmiş dünyanın en iyi 50 fotoğraf sanatçısı arasında Ara Güler yer alıyor. Nobel ödülü bir Türk edebiyatçı Orhan Pamuk’a veriliyor. Geçtiğimiz günlerde yaşayan bir sanatçımızın (Burhan Doğançay) ın eserinin 2 milyon 200 bin TL ye alıcı bulması yine geçtiğimiz yıl Sotheby’s deki müzayede de Türk sanatçılarının eserlerinin çok iyi fiyatlarla satılması Türkiye’yi dünyada bir referans noktası haline getiriyor. Dünyada ülkemizin sanatçılarıyla daha da önemli bir konumda olduğunu görüyorum. Bu durum 2010 da daha da önem kazanacak.

Q- İstanbul, tarihsel geçmişi ve güncel gelişmeler açısından en enerjik şehir olarak Avupa’ya bir yeni bir söylemle çıkabilecek mi?

Gelişmiş ülkelerin her biri sanata verdiği önem nedeniyle kendi uygarlıklarını yatarmıştır. Sanatçılar bir toplumu ileriye taşıyan yaratıcı öncü kişilerdir. Ülkeler sanatları ve sanatçılarıyla var oluyor. Bu düşünceleri özümseyen bireyler olabilirsek söyleyecek çok yeni söylemlerimiz olabilir. Sizin de söylediğiniz gibi zaten Türkiye tarihi çok zengin bir ülke ve yukarıda bahsettiğim gibi 2010 projesinde sahip olduğumuz kültür zenginliğini iyi değerlendirebilirsek dinamik yapımız, genç nüfusumuz ve dünyada yer alan önemli sanatçılarımızla yurtdışında her geçen gün daha da önem kazanırız.

Q- Cemiyet dünyasında, güzelliğiniz ve zarafetinizin ötesinde sosyal çalışmalarınızla saygın bir konuma geldiniz ve özellikle Türk kadınlarına harika bir örnek teşkil ediyorsunuz. Quality vasıtasıyla kabuğunu henüz kıramamış kadınlara önerileriniz nelerdir?

 

Bizim jenerasyonumuz Polyanna kitaplarıyla büyüdü hep iyi ve her şeye evet diyen cici kız mantalitesi artık Polyanna’ cı kadınlar kitaplarda kaldı. Şimdi günümüzde ne istediğini bilen özgüveni olan kendi ayakları üzerinde durabilen, çalışan, üretken, kendi gücünü kendinden oluşturan, samimi, güven veren, başkası değil kendi olan kadınlar. Ve her kadının çalışması gerektiğini, çalışmanın insanı geliştirdiğini düşünüyorum.  Yaşamda sadece tükettiğiniz zaman mutsuz kadın olursunuz. Mutlu olmak için üretmek lazım, üretken kadın başarılı olabilir. Başarılı olmak için de kalplerinin sesini dinlesinler. Çünkü başarı kalpten gelir, beynimizde gelişir, hayata ellerimizden akar. Kalp her zaman doğruyu, gerçeği söyler.

Röportaj Bengü ARSLAN tarafından Quality of Magazine Dergisi için yapılmıştır.

Fotoğraf: Ünal ATILGAN

Ezra Tuba Çetin ve Etcetura

ezratubacetin2

Pozitif düşüncenin sırrı

Ezra ve Tuba Çetin, Etcetura ile “zaman ve mekândan bağımsız tasarımlar”la dünya butiklerinde yer bulmaya çoktan başladı.

Ezra ve Tuba Çetin’in moda serüveni 13-14 yaşlarında, ailelerine ait tekstil fabrikasının bir köşesinde vatka dikerek başladı. Evlerinin içinde bile koşuşturan asistanlar, oradan oraya uçuşan kumaşlar, boncuklar derken modayla ilgilenmemeleri neredeyse imkânsızdı. Sonuçta da, Ezra bir ara ressam olmaya karar verse de, iki kardeş kendilerini moda ve tasarım dünyasının içinde buldular.

 Tekstilci bir aileden gelip de modaya yönelmek kaçınılmaz bir durum muydu sizin için?

Ezra Çetin: Bilkent Üniversitesi Grafik Tasarım’dan sonra, Marmara Güzel Sanatlar Resim Bölümü’nü bitirdim. Ressam olmak istiyordum ama aynı zamanda heykel ve seramik dersleri de aldım. Yani komple bir sanatçı olmak istiyordum. Bu arada yurtdışına gittim. Hem mesleğimde gelişmek hem de para kazanmak için tasarım yapmaya başladım.

Tuba Çetin: Ben de Bilkent Üniversitesi Resim Bölümü’nden sonra Yeditepe Üniversitesi Moda Tekstil Bölümü’nden mezun oldum. Herkes resme yönlendirmeye çalışsa da ben hedefimi baştan koymuştum. Modacı olmak istiyordum. Tekstili çok seviyordum. Yaptıklarımı insanların üzerinde görmek, bunları satmak bana çok çekici geliyordu. Mezun olur olmaz çeşitli markalarla çalışmaya başladım. Victoria’s Secret, Tommy Hilfiger gibi markaların iç giyim tasarımlarını yaptım. Çeşitli Türk markalarıyla da çalıştım. Daha sonra Ezra ile birlikte çalışmaya başladık.

 İlk markanız olan ve farklı, “başka”, olmayı ifade eden Bashqua’dan sonra 2006 yılında Etcetura markasını yarattınız. Çizginizi nasıl tanımlarsınız?

Tuba Çetin: Biz markamızın çizgisini “luxury women’s wear” yani lüks kadın giyimi olarak adlandırıyoruz. Aynı zamanda da “zamansız” ve “mekânsız” tasarımlar yapıyoruz. Yaptığımız kıyafetleri günün her saatinde ve her yerde giymeniz mümkün. Mesela işe giydiğiniz bir kıyafeti, akşam ufak bir aksesuvar değişikliğiyle kokteyle de giyebilirsiniz.

“Teknolojiyle iç içe olmak şart”

 Koleksiyonun önemli bir özelliği de çok özel ve son teknoloji ürünü kumaşların kullanılıyor olması…

Ezra Çetin: Doğru. Çünkü artık dünyada herkes tasarım yapıyor. Öne geçebilmek için teknolojik kumaşlara yönelmeye karar verdik. Zaten uzun zamandır birçok fabrikada kumaş araştırma-geliştirme çalışmaları yapıyorduk. Bunlarla ilgili planlarımızı hayata geçirmeye başladık. Dört yıldır organik kumaş kullanıyoruz. Şimdi  teknolojik kumaşlara yöneliyor, tekstilde nanoteknoloji çözümleri ile yakından ilgileniyoruz.

2009-2010 Sonbahar-Kış sezonu için 70 parçalık bir koleksiyon hazırlamışsınız. Bu koleksiyonda öne çıkan detay nedir?

Tuba Çetin: Duruşuyla, kesimiyle güncel olana yakın, kendi fark yaratan, tek olmasına özen gösterdiğimiz bir koleksiyon. Kendini asla tekrar etmeyen bu parçalarda kullanıcının daha dişi, hissetmesini, kusurlarının yok olup gittiğini görmesini sağlamaya çalıştık.

Ezra Çetin: Kumaşlarda özellikle yeniyi arayışımız son bulmadı. Sürekli olarak yeni yıkamalar, teknolojik kumaşlar ve dokular üzerinde yoğunlaşıyoruz.

ezratubacetin

Koleksiyonlarınızı hazırlarken, küresel moda eğilimleriyle ne ölçüde paralel gidiyorsunuz? Bu soruyu stil açısından değil, kumaş ve renk seçimi gibi genel trendler açısından soruyorum…

Ezra Çetin: Biz, çoğunlukla “Ne moda olacak?” diye hiç düşünmüyoruz. Ama zaten hazır kumaşlar kullandığınızda, gündemi yakında izlediğinizde bir anlamda yönlendirilmiş oluyorsunuz.

 ‘Etcetura’ ya gelen her kadın, buradan mutlu ayrılıyor. Yani 1.75 boyunda, zayıf bir kadınla 1.55 boyunda topluca bir kadın aynı kesimde şık görünebiliyor. Bunun sırrı ne?

Ezra Çetin: Evet, biz bir çok farklı alternatifler sunarak, kadınlara hangi kıyafetin, ne şekilde yakışacağı konusunda da yardımcı oluyor ve üzerine yakışan ile buradan çıkmalarını sağlıyoruz. Yüzlerindeki o gülümseme, inanın, bize tüm yorgunluğumuzu unutturuyor. Kadın tasarımcı olarak tüketicinin vücudunda saklamak veya öne çıkarmak istediği yerlerini daha rahat hissedebiliyor ve ona göre çözümler geliştirip uyguluyoruz.

 Siyah sizin de favoriniz. Hep “Siyah oldu mu, her şey kolay olur!” derler. Ama sanıyorum, sizin seçiminizdeki sebep bu değil. Peki ne?

 Tuba Çetin: Siyah; sadakat, sebat, dayanıklılık, bilgelik ve güvenirlilikle ilişkilendirilir. Tüketici siyahı güçlü ve ciddi görünmek için tercih eder.

Ezra Çetin: Esasında yaz koleksiyonumuz, ağırlıkla bayrak kırmızısı ve çini mavisi… Yani biz, siyahı yoğunlukla kış koleksiyonlarında kullanıyoruz. Satış açısından pazarlamada önceliği vardır. Ayrıca şık ve zarif bir duruşu var bu rengin.

Hemen tüm büyük modaevlerinin düşen gelirleri nedeniyle haute-couture ile marka konumlandırmasını sürdürüp, aksesuar başta olmak üzere segmentasyona gittiği bir dönem yaşıyoruz. ‘Etcetura’ markasıyla siz de böyle bir girişimde bulunacak mısınız?

 Tuba Çetin: Markamızın konumlandırması exclusive alışveriş alışkanlıklarına göre yapıldığı için bizim koleksiyonumuzu oluşturan parçalar adet ve model olarak kısıtlı sayıdadır. Bu tutum haute-couture anlayışına yakın olsa da haute-couture değildir. Ancak biz boyut olarak sözünü ettiginiz firmalardan farklıyız, dolayısıyla krizle başetme yöntemlerimiz de farklı. Şu anda haute couture , gelinlik ve erkek giyimi konularına ağırlık veriyoruz.

 Yabancı yayınlarda özellikle de İtalyan yayınlarında ‘Etcetura’ geniş yer bulmuş. Neden özellikle İtalya?.. Tasarımlarınızdan ötürü mü, yoksa bu bir pazarlama stratejisi mi?

 Tuba Çetin: İlk olarak bir yıl boyunca yaptığımız pazar araştırmasından sonra çıkış olarak İtalya’ya karar verildi ve tüm çalışmalar bu yönde hazırlandı. Halkla ilişkiler ve showroom gibi çalışmalarımızın ilk adımları Milano’da atıldı. Şimdi Paris ve New York olarak devam ediyor.

 Koleksiyonlarınızın ana temasını neler oluşturuyor?

Hangi dine ya da ırka mensup olursa olsun hep beraber mutlu yaşayan bir toplumuz. Bu karma içinde büyük bir sinerji ve çok başarılı kadınlar barındırıyor. Onları dünyaya anlatmak, onların hikâyelerini paylaşmak bizim için çok önemli. Defile sırasında ilham kaynağımız Sabiha Gökçen’in hayat hikâyesiyle ilgili broşürler dağıttık, çok da olumlu tepkiler aldık. Şu an dünya basınında bizden bahsederken ‘Ne kadar güçlü ve cesur bir kadınmış, gökyüzünü fethetmiş’ diye Sabiha Gökçen’i de anlatıyorlar. Bu bizim için çok önemli. Hayat hikâyelerini konu alan koleksiyonlar bizi farklı kılıyor.

Röportaj Bengü Arslan tarafından Quality of Magazine dergisi için yapılmıştır.

Fotoğraflar: Ünal Atılgan

Kalıplara Sığmayan Sıra Dışı ve Kusursuz Bir İş Adamı: Murat Akdoğan

muratakdogan

Murat Akdoğan, iş hayatındaki sıra dışı yaşamı, fikirleri ve uygulamalarıyla kafamızdaki klasik iş adamı profilinden tamamen sıyrılıyor. Baymak, piyasaya ve bankalara yaklaşık 20 milyon dolar borçlanmışken, fabrika artık çalışmıyorken, fabrika müdürü olarak 24 yaşındaki Murat Akdoğan ortaya çıkıyor “Bence girişimci çok ama iyi yönetici az. Girişimciliği bilimsel yönetim anlayışıyla birleştirmeyen şirketler batmaya mahkum” diyecek kadar liderliğine güveniyor veBaymak‘ı bu krizden çıkaracağına yüzde yüz inanıyordu… Nitekim Baymak, krizden çıktı ve Türkiye’de lider isimler arasında yerini aldı. Murat AkdoğanBaymak Yönetim Kurulu Başkanlığı ile yetinmeyip, kimsesiz çocuklar adına bir şeyler yapmalıyım dedi… Kimsesiz çocukların eğitimi için kaynak ararken sağlık sektörüne yönelen ve çok kısa sürede sektöre yön veren konuma gelen Ethica Sağlık GrubuMurat Akdoğan’ın çocukken verdiği sözü yerine getirmesini sağladı ve oluşturduğu bu konsept ile sektöre yön verir hale geldi. Ethica İncirli HastanesiEthica Levent Hastanesi,  Bakırköy Estethica Cerrahi Tıp Merkezi ve Ataşehir Estethica Cerrahi Tıp Merkezi’nden oluşan Ethica Sağlık Grubu hastalarına ayrıcalıklı bir hizmet sunuyor. Gelecek planları arasında da bir Vakıf üniversitesi kurmak yer alıyor. Murat Akdoğan, bence muhteşem bir rol modeli. Vizyonu, o güçlü duruşu, öngörüleri, bilimsel yaklaşımı, empati kurma yeteneği, zekası, gülen gözleri ve karizması ile tam bir lider. Hani bize, derslerde lider ve yönetici arasındaki farkları anlatırlardı ya, hatta liderliğin doğuştan gelen bir özellik olduğunu söylerlerdi… O hem kusursuz bir lider, hem de çalışanlarının hayranlıkla örnek aldığı bir yönetici… Aynı zamanda bir üniversite hocası… BizMAG Dergisi olarak, Murat Akdoğan’ın belki de birçoğunuzun bilmediği bir yönü üzerinde duracak ve sizleri fazlasıyla şaşırtacağız. Murat Akdoğan, modaya oldukça hakim ve neredeyse bir tasarımcı kadar bilgi birikimine sahip… Kumaşlar, aksesuarlar, takım elbiseler… Tasarım yönü de sizi oldukça etkileyecek. Kim bilir, belki bir gün kendi markası ile Murat Akdoğan’ı karşımızda görürüz.

 

Herkes sizi başarılı kariyerinizle tanıyor, biz ise sizin başka bir yönünüz üzerinde duracağız. Moda… Moda ile tanışmanız nasıl oldu?

Moda ile tanışıklığım daha çok küçükken başladı. Eğer cebimde normal bir mağazadan 5 tane t-shirt alabilecek param varsa, ben gider kaliteli ve çizgisini beğendiğim bir mağazadan elimdeki para ile 1 tane t-shirt alırdım. Kendimce iyi bir şey almaya çalışırdım. Mesela bütün yaz atölyede çalışırdım, aldığım ücreti ise gidip güzel bir gömleğe yatırırdım ve resmen onu baştan yaratırdım. Buradan anlıyorum ki o zamandan beri farklı bir gözle bakmışım bu işe.

murakakdoganbaymak 

Modaya olan tutkunuzun yanı sıra kalite tutkusu…

Tutkunun ötesinde bir şey yapmaya çalışmıştım diye düşünüyorum. Geçmişe dönüp bakınca da imkanlar zaten fırsatları yaratıyor; ama imkanım olmadığı zamanda bile seçici olduğumu görüyorum.

 

“Atatürk’ün kendisinin giydiği kıyafetlerdi, büyük gururla taşıdım.”

Ünlü bir modacının katalog çekimlerinde yer alışınızın hikayesini bir de sizden dinleyebilir miyiz?

Bu kreasyon tamamen iş adamlarına yönelikti ve farklı bir yüze ihtiyaç vardı. Onun dışında Türkiye’deki mankenler genelde daha casual giyindikleri için takım elbiseyi iyi taşıyamıyorlardı. Bu teklif bana geldiğinde, arkadaşlığımızın da iyi olmasına dayanarak kabul ettim ama ilk defa objektiflere bu şekilde poz vereceğim için de tereddütlerim vardı ve her ihtimale karşı profesyonel bir modelle de aynı çekimlerin yapılmasını istedim. Bu isim de Kıvanç Tatlıtuğ oldu. Fotoğraflar beğenildi ve sonrasında da Atatürk kıyafetleriyle ilgili Anıtkabir’de iki ayrı zaman dilimi içerisinde defile gerçekleşti… Çok özel ve Atatürk’ün kendisinin giydiği kıyafetlerdi, büyük gururla taşıdım.

 

“Bir iş adamıysanız, günümüz trendlerinin dışına çıkmak çok da mümkün değil.”

 murakakdogan-ethica

Sizin için moda ne ifade ediyor?  Günün trendlerine uymak mı yoksa kendi modanızı yaratmak mı hoşunuza giden?

O sezonun trendinin dışına çıkmak çok kolay bir şey değil zaten. Trendin dışına çıkacaksanız farklı bir yaşam tarzınızın olması gerekir. Sanatçı ya da show business içerisinde yer alan biri isen o trendin dışına çok rahatlıkla kayabilirsiniz. Ama bir iş adamıysanız, bir üniversitede hocaysanız çok da sapma gösteremiyorsunuz.  Kendi renk ve ten rengime uygun olmasına özellikle dikkat ediyorum. Ama kesime baktığınız zaman genelde soğuk renkleri tercih ediyorum. Sade ama şık kıyafetleri tercih ediyorum. Detaylara önem veriyorum ve aksesuarlar benim vazgeçilmezim.

 

Dünya modasını da yakından takip ettiğinizi biliyoruz, sevdiğiniz ve tercih ettiğiniz tasarımcılar kimler?

Son zamanlarda Tom Ford diyebilirim. Gerçekten onu izliyorum. Tercih ettiğim markalar var, ama son zamanlarda Tom Ford benim çok beğendiğim bir tasarımcı. Özellikle Gucci’den ayrıldıktan sonra özünü bulduğunu düşünüyorum. Tom Ford’un takım elbiselerinin yanı sıra aksesuarlarını da tercih ediyorum. İnci kol düğmeleri, bileklikleri gerçekten inanılmaz.

muratakdogan-1 

Türkiye’de moda konusunda (özellikle iş adamı olarak) ilkleri uyguluyor ve örnek teşkil ediyorsunuz… Mesela kravatsız, mendil kullanımı gibi…

Son zamanlarda farklı arayışlar içerisindeydim. Şık ama aynı zamanda da rahat iş kıyafetleri. Bunu da kravat takmadan mendil kullanımı ile büyük oranda sağladım.  Bazen de mendil yerine farklı aksesuarlar kullanıyorum… İğneler, broşlar, takılar… Birçoğu da bizzat benim tarafımdan çizilen ve Kapalı Çarşı’da yaptırılan özel şeyler.

 

“Olabildiğince pozitif önyargı oluşturun ki, negatif önyargının dezavantajlarını yaşamadan ilişkiye geçebilin o insanlarla.”

 

Peki, bundan yola çıkarak ileride kendi markanızı yaratma, bunları bir marka altında toplama gibi bir fikir var mı?

Ekonomik faaliyetlerin anlık değiştiğini düşünüyorum. Eskiden bir insanın ön yargı oluşturması üç dakika civarında olurdu. Yani bir insanı ilk gördüğünüzde üç dakikada ön yargı oluşturuyordunuz. Son yapılan araştırmalara göre ilk altı saniyede karşınızdaki kişi hakkında ön yargı oluşturuyorsunuz. Altı saniyeyle üç dakika arasında çok büyük fark var. Düşünebiliyor musunuz, insanların en zor değiştirdiği şey; önyargı. Einstein’ın dediği gibi; önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zor. Dolayısıyla o zaman iş adamıysanız, madem ön yargı oluşma eğilimi çok fazla, demek ki altı saniyede değil hemen… Olabildiğince pozitif önyargı oluşturun ki, negatif önyargının dezavantajlarını yaşamadan ilişkiye geçebilin o insanlarla. Abartıdan kaçınıyorsunuz, bir yandan da pozitif önyargıları yakalamaya çalışıyorsunuz. Kendi markamı yaratmak gibi bir düşünce söz konusu değil. Ben özellikle Türkiye’de genç ama iyi eğitilmiş, dünya trendleri ile Türkiye’deki yatay anlayışları birleştirip bütünleştirebilen, gerek tasarımcıları gerekse de imaj danışmanlarını çok önemsiyorum. Bunların Türkiye özellikle de iş dünyası için önemli olduğunu düşünüyorum. Onların olabildiğince desteklenmesi, fırsatlar verilmesi gerekiyor. Türkiye için bir açık bu. Türkiye’de ihtiyaç var. Türkiye moda konusunda pek çok gelişmiş ülkeden ileride. Bu neden yabancıların tasarımlarıyla yapılmaya çalışılıyor. İmaj danışmanlarının daha aktif olması gerektiğini, onların olabildiğince desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

İş yaşamınızda, iş yerinde de size aynı şekilde bu şıklıkta sürekli bakımlı halde görüyoruz. Burada çalışanlarınıza bir rol modeli oluyorsunuz ve çalışanlarınızı da sürekli bakımlı ve şık görüyoruz. Bu farklılık nasıl oluşuyor, bu bir şirket politikası mı?

Yani sağlık ve güzelliğin ön planda olduğu 3 merkezimiz var biliyorsunuz. Tabii bu hizmeti veriyorsanız, saçınızla, başınızla, makyajınızla bir anlamda giyiminizle uyum sağlamanız gerekiyor. Çünkü karşınızda estetiği, güzelliği arayan insanlar var. Bu bir nebze politikayı gösteriyor, şirket politikasını… Ama bu konuda açık bir durum içerisinde daha üst düzeyde bir üretim noktasına geliyoruz. Bu konu ile ilgili şu anda bir ön çalışma yapılıyor. Hem hekimlerimize hem de çalışanlarımıza imaj danışmanlığı yapacak bir ekiple çalışmayı düşünüyoruz. Yavaş yavaş eğiterek bir noktaya getirdiğimiz insanlarla anca bir politika oluşturabiliriz. Bir işin politikayla, kültür haline gelebilmesi için önce insanlarda davranış değişikliğine yansıması gerekiyor.

 

Alışveriş için tercih ettiğiniz yerler nelerdir?

Geçtiğimiz senelerde Nisan ve Eylül aylarında, genelde senede 2 kere Milano’ya giderdim. Belirli marka ve mağazalarım vardı, çok gezmeden alıp çıkardım. Sonrasında özel tavsiye üzerine Kaan Bey (Gökalp) ile tanıştım. Önce bir gömleklere bakayım dedim nasıl diye. Ardından o başarılı ve yaratıcı tarzı beni etkiledi. Hem tamamen kendine has bir çizgisi vardı, hem fiyat anlamında oldukça uygundu, hem de usta insanlarla çalışarak, hep kaliteli kumaşları tercih ediyordu. Gömleğin ardından bana bir de ceket dikti, ardından da bir takım elbise… Milimetric ile hikayemiz işte böyle başladı.

 

Kıyafet seçiminizde öncelikli dikkate aldığınız şeyler nelerdir?

Eğer kıyafetlerimi yurtdışından alacaksam önce kumaşına bakıyorum. Yani niye bu kadar fiyatı… Dolayısıyla kumaş çok önemli. Türkiye’de eğer iyi modacı olacaksanız, kumaşa para ödeyeceksiniz ve doğru kumaşı kullanacaksınız. Ben Milimetric’e ilk gittiğimde ilk konuşmalarına baktım, kendi kesiminden kendi dizaynından çok kumaşı konuşuyorlardı. İşte dedim doğruyu bilen ve doğruyu satmaya çalışan bir insan. Bu konuda Kaan Bey’in avantajı kumaşı çok iyi bilmesi.

 

“Türkiye’de kadın aksesuarına geldiğin zaman geniş bir yelpaze var. Erkekler için ise seçenek çok kısıtlı.”

 

Hatırı sayılır bir aksesuar koleksiyonunuz var…

Türkiye’de kadın aksesuarına geldiğin zaman geniş bir yelpaze var. Erkekler için ise seçenek çok kısıtlı. Erkekler kıyafetlerini aksesuarlarla zenginleştirebileceklerini ve güzelleştirebileceklerini yavaş yavaş keşfediyor. Kol düğmeleri mesela Türkiye’de çok lüks. Manşetler yavaş yavaş keşfediliyor. Ama çok kolay bulamıyorsunuz her yerde. Ben Kapalıçarşı’da yüz yaşında bir parça buldum mesela, onunla harika bir kol düğmesi tasarlayıp, yaptırdım. Çeşit azlığından bu yola yöneliyorum.

 

Bir sözünüz var;  “İş yerime her girdiğimde her sabah uyandığımda o koltuğu yeniden hak etmek için çabalıyorum.” diyordunuz.

Tabii yani o günü yeniden kazanmak, seneler geçse bile yeniden taze hale gelebilmek bence önemli. O yoğun tempo içerisinde bunla bir de başa çıkabilmek kolay bir şey değil; çünkü hayatta önümüze çok daha fazla kötü şey çıkıyor. Hayatın içerisinde güzel olaylar ise çok fazla değil; o yüzden o güzellikleri yeniden kazanmak lazım. Öyle bir başlangıç yapmak her zaman o kötülüklerden kaçınmak gibi bir şey.

Röportaj Bengü Arslan tarafından MAG Dergi için yapılmıştır.

Roman Mağazalarının Genç Veliahtı

bugratoplusoy-1

Yenilikçi ve yüksek kalite anlayışından ödün vermeden, Türk Hazır Giyim sektörünün amiral gemisi olan Roman, genç kadrosuyla şimdi daha dinamik.

Türkiye’deki öncü konumunuzu Dünya’ya yaymak için çeşitli stratejiler geliştirmişsiniz? Bize biraz yenilikçi projelerinizden bahseder misiniz?

Biz, hedef pazarı ve bu pazara giriş stratejimizi birçok firmanın yaptığından çok farklı bir şekilde ‘Franchise’ sistemi yerine kendi mağazalarımızı açma üzerine kurduk. Bu yenilikçi stratejilerde; marka ile ilgili pazar büyükleri, hedef kitle analizi, segmentasyon ve tüketici davranışları üzerine olan incelemeleri bizzat sürdürmekteyim. Yurtdışında birçok ülkede Roman’ın açılışı üzerine görüşmelerimiz hızla devam ediyor.

Yurtdışında uzun süren ve başarı grafiği oldukça yüksek olan bir eğitim serüveniniz var, bir de sizden dinleyelim.   

Lise eğitimimi İsviçre’de Avrupa’nın en önemli okullarından Le Rosey ve College du Leman’da tamamladım. Amerika’da Wenthworth Institute of Technology’e kabulümün ardından, burada 5 senelik mimarlık ve mühendislik eğitimi gördüm. Sonrasında Türkiye’ye dönerek ünlü mimar Han Tümertekin’in yanında ilk iş deneyimini gerçekleştirdim. Bir taraftan Koç Üniversitesi’nde Excutive MBA programına katılarak Marka Yönetimi, Pazarlama, Finans gibi alanlarda kendimi geliştirirken, diğer taraftan Roman bünyesindeki bütün birimler ile birebir çalışarak şirketimize katabileceğim artıları değerlendirdim. Bu süreçte onursal başkanımız babam Sayın Turgut Toplusoy ‘un büyük desteğiyle Roman mağaza zincirlerinin genel koordinatörü olarak şirketteki görevime başladım.

2010’da Roman’ın ve sizin hedeflediğiniz nokta nedir?

Nisan ayının sonuna kadar yapılanma çalışmalarını tamamlamayı hedefliyoruz. Aile şirketi olmanın sıcaklığını kaybetmeden daha sistematik ve verimli bir yapıya sahip olmak, önceliklerimizin başında geliyor. ‘10 yılda 10 Dünya Markası yaratmak’ felsefesinden yola çıkan Turquality projesinin de marka destek kısmında yer alıyoruz. Ekibimle birlikte şuan tüm enerjimi bu projeye yoğunlaştırmış durumdayım.

bugratoplusoy-2

Gipsy by Roman isimli yeni markanız ile de Roman’a genç bir soluk getirdiniz. Gipsy by Roman ile ilgili projeleriniz neler?

Gipsy by Roman, Roman Mağazaları içerisinde satışa sunulan ve daha çok genç kesime hitap eden bir koleksiyon. Oldukça ilgi görmeye başladı, biz de bu iyi geri dönüşümden ilham alarak Gipsy by Roman konsepti ile yeni mağazalar açmayı planlıyoruz.

Mimarlık, sizin uzmanlık alanınız ve siz göreve başladığınızdan beri Roman Mağazaları’nda çok farklı ve iddialı bir mimariye rastlıyoruz. Bu sizin eseriniz mi?

Mimarlık benim için bir tutku… Türkiye ve Yurtdışındaki Roman Mağazalarının 12 tanesinin de konseptini kendim hazırladım. Roman’ın çizgisini koruyarak yeni bir konsept oluşturmaya çalıştım. İlk deneyimden sonra başta bu işin duayenlerinden olmak üzere yakın çevrem ve müşterilerimizden olumlu geri bildirimler aldık, bu beni motive etmekle birlikte Roman müşterisinin yeniliklere ne kadar açık olduğunu görmemi de sağladı. Bundan sonrada açılacak mağazalarımızda aynı konseptle ilerlemeyi düşünüyoruz.

Bu yoğunluğun içerisinde, sosyal aktivitelere zaman ayırabiliyor musunuz?

Türk Amerikan İş adamları Deneği ve TUGİAD üyesiyim. Fotoğraf ve yelken en büyük tutkularım arasında yer alıyor. Aynı zamanda yeni mekânlar, yeni tatlar keşfetmeyi de çok seviyorum. Toplusoy, genç kesimi de Roman tutkunu yapacağa benziyor.

Röportaj: Bengü ARSLAN – Quality of Magazine Dergisi için yapılmıştır.

Fotoğraf: Erhan ABİNİKMAN

Bisse’ye Değen Kadın Eli… Asiye Kefeli…

Asiye Kefeli

Bisse sizlerin de çok iyi bildiği gibi bir Dünya markası… Bu başarılı markanın mimarlarından birisi de başarılı iş kadını Asiye Kefeli… Asiye Hanım, 35 yıllık, sektöründe öncü olan markanın Mağazalar ve İletişim Koordinatörlüğü ‘nü başarıyla yürüten ileri görüşlü bir kadın yönetici. Bisse’nin başarı sırrını ise insana yaptıkları yatırımın yanı sıra detaylara önem vermek ve farkındalık yaratmak olarak belirtiyor. Bisse, yurtdışına ihracat yapan Türkiye’nin en köklü erkek giyim markalarından biri, detaylara verdiği önemle özellikle ürettiği eşsiz gömlekleriyle tüm dünyada parmakla gösteriliyor. Erkek markası diyoruz ama Bisse giymek kadınların da hakkı diyenlere de güzel bir sürprizi var Asiye Hanım’ın… Kadınlar için başarılı bir rol modeli olan Asiye Kefeli’den öğreneceğimiz çok şey var… Q Life olarak biz sorduk, o cevapladı ve ortaya tadına doyulmaz lezzetli bir sohbet çıktı…

Şirketin yönetim kadrosuna geç katılmış olmanıza rağmen, işlere bu kadar hâkim olmanızın sırrı nedir?

Bisse’de aktif olarak çalışmadığım zamanlarda bile, eşimin iş seyahatlerinde onu yalnız bırakmaz ve kendisine eşlik ederdim. Fuarlara, iş toplantılarına onunla birlikte katılır, böylelikle de süreçlere, Bisse’nin gelişimine birebir tanıklık ederdim, doğal gelişen bu süreç sanırım bu işteki başarımın en büyük anahtarı oldu.

IMG_9559

Aile şirketlerinde özellikle de kadınsanız bazı ön yargılarla karşı karşıya kalırsınız. Siz bu süreçte neler yaşadınız?

Kadınlar iş yaşamında maalesef bazı ön yargılara maruz kalıyor ama bunun şirkette sergilediğiniz tutum, çalışanlarla kurulan doğru iletişim, donanım ve duygusallığı biraz geri planda tutan bir davranış biçimiyle yenilebileceğini düşünüyorum. Bisse’de yaşadığım sürece gelirsek, en baştan sınırlarımı çizdim diyebilirim. İş yerinde iş kadını Asiye vardı, iş yaşamının dışındaki ortam ve zamanlarda, anne ve eş Asiye… Mustafa Kefeli’nin eşi olmak benim için büyük bir gurur ama eğer başarılı işler yapar, doğru ilişkiler kurarsanız, Asiye Kefeli olarak anılırsınız ve bir süre sonra Mustafa Kefeli’nin eşi olduğunuzu iş yerinde çalışanlar bile fark etmez. Aile şirketinin dezavantajı ise eve iş taşımama şansınızın pek olmamasıdır. Sonuçta karı-kocasınız, yeri geliyor pazar günleri de çalışıyorsunuz. İşle ilgili konuşuluyor, ama çok dozunu kaçırmamak gerekiyor, her şey kararında fazlasıyla yolunda ilerliyor.

IMG_9814

“Bisse giymek kadınların da hakkı…”

Bisse deyince aklımıza erkek ve kalite geliyor. Peki ya kadınlarla bu kaliteyi buluşturmayı düşünüyor musunuz?

Kadın giyimi son yıllarda gelecek planlarımız arasında yer alıyordu ama biz doğru strateji ile pazara girmek adına doğru zamanı bekledik. Koleksiyonumuz şu anda hazır fakat Bisse mağazalarının içerisinde kadın koleksiyonunu konumlandırmaktansa “kadına özel” mağazalar açmak için girişimlerimize devam ediyoruz. Çeşitli AVM’lerde, cadde mağazalarında ve birçok ilde artık kadınlar da Bisse ile tanışacak.

Dünya Markalarının Açık Ara Önünde

Yurt dışında Franchise sistemi ile çalışan Bisse’yi Avrupa, Asya, Avustralya ve Afrika’nın bir çok ülkesinde görmeniz mümkün. Lübnan’daki iç savaş Bisse’yi çok etkilememiş hatta dünya ülkelerinin markalarına göre satışları 1.5 buçuk kat artmış.

İsviçre’de üretilen mısır pamuğundan “Platinum” bir reyon. Platinum bir ayrıcalık mı?

Aslında biz bu koleksiyona özel kumaşlar kullandığımız için bu ismi verdik fakat zamanla oldukça ayrıcalıklı bir statüye kavuşarak, fazlasıyla rağbet görür oldu. 240-2 olarak adlandırdığımız bükümünden kaynaklı kumaşların yanı sıra bu sene koleksiyonumuzun içinde 300-2’ler var. Gömlekte yakalamış olduğumuz platinum reyonunu takım elbise, tek ceket, pantolon ve kol düğümelerine taşıdık. Platinum gömleklerinin en büyük özelliği mısır pamuğundan olması ve İsviçre’de özel olarak üretilmesi. Pamuk, iplik haline gelirken 200 kere bükülerek elde ediliyor. Büküm çoğaldıkça kumaş daha parlak ve ince oluyor.

Yıldızların Tercihi: Bisse

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, meclisin yüzde 95’i Bisse’yi tercih ediyor. Bisse’yi tercih edenler sadece Türk bürokratlar değil… Brad Pitt, Romanya Prensi Charles ve Kevin Costner da Bisse’yi tercih edenler arasında.

Bisse başarılı üniversite öğrencilerini de destekliyor.

‘Geleceğin patronları Bisse giyiniyor’ sloganıyla Türkiye genelindeki üniversitelerde belli ortalamanın üstünde olan öğrencilerin iş yaşamındaki ilk takım elbisesini giydiriyor.

Başarılı bir iş kadının olmanızın ötesinde “Yardım Meleği” lakabınızla da aktif olarak sosyal sorumluluk projelerinde sizi görüyoruz… Bu anlamda da farklı projeleriniz dikkat çekiyor… Bize özellikle Dragon Festivali’nde yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
İki yıldır görme engellilerle Dragon Festivali’ne katılıyoruz, önceki yıllarda onlarla birlikte kürek çekmiştik. Bisse her zaman engellilerin hayata daha sıkı tutunmaları adına farkındalık yaratacak, onların kendilerini değerli hissetmelerini sağlayacak projeler yaratmak misyonunu benimsemiştir. O yüzden ilk sene sadece engellilerin katıldığı kürek yarışını bir adım öteye götürerek çalışanlarımızın da bu aktivite de yer almalarını sağladık, takımın yarısını görme engelliler yarısını ise Bisse çalışanları oluşturuyor. Geçen sene 110 takım arasında altıncı olmak bizi oldukça onurlandırdı, bu yıl daha iyi bir derece elde edeceğimize hepimiz çok inanıyoruz. İki ay boyunca her gün Haliç’te bizzat ben başlarında olarak çalıştık. Bu yıl da aynı şekilde çalışacağız. Hatta takım sayısı arttığı için daha çok çalışmamız gerekiyor. Organizasyon 29 Mayıs’ta yapılacak. Bunun dışında Türk Kalp Vakfı, Türkiye Omurilik Felçliler Derneği, Çaba Derneği ve Sigarayla Savaşanlar Derneği ‘nde aktif olarak görev alıyorum. Ruhsal ve fiziksel eğitim bizim önceliklerimiz arasında yer alıyor. Spor insan sağlığına hem psikolojik hem de fizyolojik katkılar sağlayan bir olgu işte bu yüzden spor dalları üzerinde çalışıp, yetenekli olanları ayırıp, ciddi takımlar kurmayı düşünüyoruz.

Röportaj Q Life Dergisi için Bengü Arslan tarafından yapılmıştır.

Çoklu Guru… Baybars Altuntaş…

baybarsaltuntas-obama

Herkesin Ondan Öğreneceği Bir Şey Mutlaka Var…

Bir yönetim blogunda okuduğum bir öneri üzerine, Baybars Altuntaş’ın ‘Otobüsten İndim, BMW’ye Bindim’ adlı kitabını aldım ve -kendisinin de kitapta belirttiği gibi- bir solukta okudum. Ondan öğrenmem gerekenin daha fazla şey olduğuna inandığım için hemen mail attım kendisine ve görüşmek istediğimi belirttim, o ki Obama ile CNN’de ve BBC’de girişimcilik zirvesini değerlendiren Dünya’daki tek girişimci idi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın mektubunu elden Obama’ya iletmişti, Dragon’s Den’in efsane Dragon’u, Deulcom International ve Franchise Derneği’nin kurucusuydu. Okudukça tüm bunların ötesinde gençlere önerileri ve somut girişimcilik adımları ile rol modellerimin başköşesine oturdu. Özgüveni gerçekten çok etkileyiciydi, örnek alınacak bir hayat hikâyesi vardı. Duygusal görünen ama her adımını aslında mantık süzgecinden dikkatlice geçirmiş, kader ve kısmete inanan bir adamdı. Kitabı Steve Jobs’ı sollamış ve bir buçuk ay gibi kısa bir sürede 11. Baskısını yaparak, zirveye yerleşmiş durumda, birçok yabancı yayınevi çevirisini yapıp kendi ülkelerinde yayınlamak istiyor. Her girişimci adayının ondan öğreneceği çok şey var, o kesinlikle benim tabirimle çoklu guru…

 

Kitabınız 1 haftada Best Seller oldu. Steve Jobs’u bile solladı. Nasıl başardınız bunu?

 Ben bunu şöyle yorumluyorum. Uzun zamandır halkımız yabancı girişimcilerin başarı hikâyelerini okuyordu. Sanırım bir Türk girişimcisinin başarı hikâyesi çok dikkatlerini çekti. Ayrıca, yabancı girişimcilerin başarı hikâyelerinde genellikle ‘ben yaptım’ var. Bense kitabımda şu mesajı vermek istedim: ‘Baybars Altuntaş yaptıysa, herkes yapabilir’. Bu da okurların çok kısa zamanda birbirlerine tavsiye ettikleri bir kitap haline gelmesini sağladı. Steve Jobs kitabında; ‘Ben yaptım.’ diyor, ‘Siz de yapabilirsiniz.’ Demiyor. Bu kitabı sıfırdan nasıl Best Seller yaptım bu bile bir kitap konusu… Yazabilirim… Ben de daha ne metodlar var.

 Kitabınızda ilginç aforizmalarınız var. Bunlardan sizin en sevdiğiniz hangisi?

 ‘Veren el alan elden üstündür. Hayata SSK’lı olarak değil, Bağ-Kur’lu olarak devam edin’. Bu sözümü zaten arka kapağa özellikle yazdım. Neticede birilerine iş imkânı sağlayan, kendi ayakları üzerinde durmayı başarabilen herkes bu sözümün muhatabı.

 Kitabınızda girişimciliğin 81 sırrını da açıklıyorsunuz. Bunlar gerçekten bir ‘sır’ mı, yoksa lafın gelişi mi böyle belirttiniz?

Bunlar gerçekten ‘sır’. Neden mi? Hiç kimse şimdiye kadar bir kira kontratında pratik olarak nelere dikkat etmeniz gerektiğini, bankada hesap açarken nasıl pazarlık edeceğinizi, reklam ajansına aslında ne talimat vermeniz gerektiğini açıklamadı. Ben şimdiye kadarki 20 yıllık deneyimimle pratikte bugün reklam ajansıma ne söylüyorsam kitaba da bunu yazdım. Kira kontratını bugün yaparken neye dikkat ediyorsam aynen kitaba da yazıp, okurlarımla paylaştım. Önemli olan her yerde yazılı olan bilgileri aktarmak değil. Önemli olan hiç bir yerde bulamayacağınız satır aralıklarını da girişimcilerle paylaşabilmeniz. Bu yüzden benim iş yaparken kendi uyguladığım 81 ‘sırrımı’ paylaşmakta da bir sakınca görmedim.

 baybarsaltuntas

Bir yandan nefesimizi tutarak kitabı okuyoruz, bir yandan da girişimcilik adımlarını değerlendiriyoruz…

Türkiye’de ilk kez ‘kitap içinde kitap’ uygulamasını getirdim. Benim girişimcilik yolunda aldığım her kilometreyi okurlarla paylaşırken, sağ taraftan akan sarı şeritlerle de girişimciliğin sırlarını da aktardım. Aslında okurlar ve girişimciler, bir taşla iki kuş vuruyorlar. Bir kitabın yanında ikinci kitap hediye gibi bir model çıktı ortaya. Bu da yayıncılık sektörü açısından bir inovasyon niteliğinde diye düşünüyorum.

 Girişimci’yi nasıl tarif edersiniz?

İş planını kafasında kurgulayan, ardından da iş planı doğrultusunda gerekli oyuncuları iyi tespit edip tüm senaryoyu yazan kişidir.

Gelelim hayat hikâyenize. Başkan Obama neden sizi davet etti Beyaz Saray’a?

 Başkan Obama Kahire’de geçen yıllarda bir konuşma yaptı ve dünyanın içine düştüğü bu ekonomik krizden girişimciler sayesinde çıkılabileceğini söyledi. Bu amaçla da Washington’da Başkanlık Girişimcilik Zirvesi düzenledi. Bu zirvede 62 ülkeden gelen 275 delege içinde sadece benimle görüştü, çünkü benim elimde Başbakanımızın Obama’ya yazdığı mektup vardı. Başbakanımız mektubu diplomatik yollarla değil de bir girişimciyle göndermeyi tercih etti ve bu da ABD’de oldukça ilgi çekti.

 Mektupta ne yazıyordu?

 Mektupta Sayın Başbakanımızın gelecek zirveyi Türkiye’de yapmak istediği yazılıydı. Bu da Obama’nın çok hoşuna gitti. Hatta konuşmasında Başbakanımıza ve Türk halkına girişimciliğe verdikleri önemden dolayı da teşekkür edince salonda kuvvetli bir alkış koptu. Bu konu dünya medyasında da yoğun ilgi gördü. CNN International hemen beni canlı yayına aldı ve Obama’nın zirvesi de dünya medyasında böylelikle bir Türk girişimciyle değerlendirilmiş oldu.

Genç girişimcilere tavsiyeleriniz neler?

Ne olursa olsun doğru olduğuna inandıkları iş fikirleri varsa imkânlarını sonuna kadar zorlasınlar.  Bütün fırsatları değerlendirsinler. Sonuçta fikir iyi olduğunda topu koşturacak adam da doğruysa o işin tutmaması diye bir şey olamaz.

Kariyerinizde sizin için öncelikler neler oldu?

İnsan kazanmak benim kariyerimde ve hayatımda hep önceliğim oldu. Çünkü doğru insanları tanımak parayla olan bir şey değil. Parayla ancak ve ancak para kazanabilirsin, insan kazanamazsın. Ama insan kazanırsan, para kazanabilirsin, hayallerini gerçekleştirebilirsin. En iyi ressam da müzisyen de iş adamı da olmak isteseniz insanlar tanıyarak başarıya çok daha kolay ulaşabilirsiniz.

Dünya Melek Yatırımcılar Derneği’nin Yönetim Kurulu Üyesisiniz. Melek yatırımcılıkta girişimcilere sadece sermaye desteği mi sağlanıyor?

Melek yatırımcılıkta paradan daha önemli olan bence mentörlük. Girişimciler melek yatırımcının tecrübelerinden de faydalanmalı. Sadece para vererek bir ortaklık kurulduğunda bu iş hisse senedi alımı olur. Ama melek yatırımcılıkta altın kural hem parayı vereceksin hem de bilgi birikimini paylaşacaksın. Deneyimlerinizi işin nasıl yapılacağı nasıl pazarlar keşfedileceğini bulacaksın.

 

Melek yatırımcılar hangi projeleri daha çok destekliyor?

Melek yatırımcılar Avrupa’da daha çok iş fikri aşamasında olan (Seed Funding) denilen fikirlere yatırım yapıyorlar. Fakat biz daha bu noktada değiliz. Öncelikli olarak destekleyeceğimiz projeler fikir aşamasından öteye geçmiş olmalı. Mutlaka numune olacak. Örneğin bir internet sitesi projesi ise tasarımı tamamlanmış yayın hayatına başlamış olmalı. Ama zamanlar bu sistem oturdukça işler hale geldikçe bu şekilde fikirler bulmak zorlaşacak. Ondan sonra bizde sadece fikir aşamasında yatırımlara(seed funding) yöneleceğiz. Ben 5 yıl sonrasında bahsediyorum.  Bu aşamalardan Avrupa’da geçmiş hatta ABD bu aşamaya 10 yıl önce ulaşmış ve aşmış.

Destek verdiğiniz öncelikli sektörler neler?

ABD ve AB ülkelerindeki melek yatırımcılara baktığımızda mobil teknolojileri ve IT sektörünün en fazla yatırım çeken sektörler arasında yer alıyor. Türkiye’deki melek yatırımcılar da ağırlıklı olarak bu sektörlerdeki yatırımlara destek verecektir. Ama biz her projeyi ayrı ayrı değerlendirdiğimiz için iyi projelerin geldiği tüm sektörlere destek oluruz.

Projelere vereceğiz sermaye desteğinin bir aralığı var mı?

Melek yatırımcılık sistemiyle kurulan işlerin aldıkları melek yatırım sermayesinin dünya ortalamasının şirket başı 100 bin dolar seviyelerinde.  Bizimde destek vereceğimiz projeler, genellikle 10 bin ile 500 bin dolar arası yatırımlar olacak.

İş fikri olanlar projelerini size nasıl ulaştıracaklar?

Kurumumuzun internet sitesinde yer alan bölümde projelerini yazarak bize gönderiyorlar.  Gönderilen projeler bizin derneğimizin ortak havuzuna düşüyor.  Temmuz ayı başından bu yana bize ulaşan proje sayısı bini geçti. Ben ve ekibim bu başvuruları tek tek inceliyoruz.  Bir sivil toplum kuruluşunun vatandaşlarla yakından ilgilenmesi gerekiyor. Bu doğrultuda bize ulaşan bütün maiilere elimizden geldiğince cevap vermeye çalışıyoruz.

Neden Adana?

Bakın sizinle 5 dakika içerisinde bir araya gelebildik ve bu harika iklimde dışarıda oturabiliyoruz. Trafik problemi yok ve gerçekten bu şehrin güzel bir enerjisi var. Obama ile başlayan serüvende Adana’da gerçekleştikten sonra bu şehrin bana iyi geldiğini düşünmüşümdür hep.

Girişimcilik bir yetenek meselesi midir sizce? Doğuştan mı gelir yoksa sonradan mı kazanılır? Yani girişimci olunmaz doğulur mu? Olunur mu?

Herkesin doğuştan gelen bir sürü özelliği var; biri çok iyi resim yapar, birinin müzik kulağı çok iyidir, ötekinin matematiğe kafası çok yatkındır. Dolayısıyla bir kişi için girişimcilik konusunda radarları çok iyi çalışıyor diyorsak, bu ya doğuştan gelen bir özellik olacak ya da sonradan radarlarının iyi çalışmasını sağlayacak. Demek ki girişimcilik bir noktada geliştirilebilinir bir özellik, ama doğuştan gelen bir özellik olacak ki geliştirilebilsin. Yani sen, sanata yatkın olan bir insanı alıp KOSGEB’in girişimcilik kursuna götürsen, onu yüz yıl eğitsen de bu arkadaş girişimci olamayabilir. Dolayısı ile bence, bireylerin özellikle de üniversite örgencilerinin kendilerini tanımaları çok önemli, yani ilk önce “ben neye yatkınım?” sorusuna cevap bulmaları gerekiyor. Çok iyi bir ressam olabilirim, müzisyen olabilirim ya da başka bir şey; ‘Bu sayede kazanabilirim’ diyebilmelidirler. İlla da gidip kendi işini kuracaksın diye bir zorunluluk yok.

Baybars Altuntaş çıraklarını arıyor… Bu 10.000 dolarlık çıraklık kursu, gündemin ana maddeleri arasında yerini aldı ve çok fazla istek olduğu görülüyor… Ne düşünüyorsunuz?

Henüz son başvuru tarihi bitmemiş olmasına rağmen 100’ün üzerinde başvuru var ve demek ki doğru bir iş yapıyoruz, bekleyelim ve görelim. (diyor ve başvuruları gösteriyor, gerçekten dolu dolu cv’lerle genç girişimci adaylarının programa ilgisi büyük)

Türkiye’de girişimcilerin durumu nedir?

Beautiful Mind diye bir film vardı. Prof John Nash, kendi adıyla anılan matematik teorilerinin sahibi ve Nobel ödülü almış bir bilim adamı. Bir hastalık geçiriyor ve hafızasını kaybediyor. İleriki yaşlarında tekrar matematik okumaya karar veriyor ve üniversitede sınıftaki öğretim üyesi derste Nash Teorilerini anlatıyor. John Nash ta teoriler hakkında hocaya sorular soruyor ve sınavda bu teorilerden soru gelirse ne yapacağını düşünüyor. İşte ülkemiz girişimciliğinin şu andaki durumu budur: Para Manisa’da icat edilmiş, ilk yazılı ticari anlaşma Kayseri’de yapılmış. Yani üzerinde oturduğumuz topraklar, Anadolu toprakları, girişimciliğin beşiği olan topraklar. Dünyaya ‘para’ yı bu topraklar hediye etmiş. Ve bizler şimdi girişimciliğin ne olduğunu yabancı girişimcilerden öğrenmeye çalışıyoruz. Amacım şu: Yüzde yüz inanıyorum ki üniversitelerden Baybars Altuntaş’lar çıkacak, yeter ki bir farkındalık yaratalım, insanlar biraz silkelensinler, yakın çevrelerinin sözlerine pek kulak asmasınlar ve uygulamaya hemen geçsinler.

Çok pozitif bir yönünüz var, elinden geleni yap ve gerisini evrene bırak şeklinde biraz da kaderci bir yaklaşımınız var, bu nasıl gelişti?

Matematiksel olarak elinizden geleni yaptıktan sonra, yapacak bir şeyiniz zaten kalmaz. Olursa sevinmeyin, olmazsa da üzülmeyin, ileride bugün üzüldüğünüz bir şey iyi bir şeyin yolunu açmış olabilir sizlere. Duygusal yaklaşmamak gerektiği kanaatindeyim. Çok duygusal gözükmekle beraber aslında hiç de duygusal olmayan bir realizmden bahsediyorum. Evet, kaderciyimdir, herkesin hayatta önceden çizilmiş bir yol haritası olduğunu düşünürüm.

 

Baybars Altuntaş ile Kısa Kısa…

Favori yazarınız kimdir?  

Agatha Christie

Sizce siz iyi bir lider misiniz?

Bence, ben kesinlikle iyi bir liderim.

En büyük sermayeniz nedir?

İnsanlar diyebilirim, çok iyi bir insan koleksiyonum var.

Genelde başarının sırları diye bir şey vardır ve büyük insanlar bunu çok üstü kapalı anlatır ya da hiç anlatmazlar, siz tüm açıklığı ile bunu içtenlikle anlatıyorsunuz. Bu nasıl bir özgüven?

Kesinlikle dediğiniz gibi özgüven. Ben de fikir çok, bu fikirler gider, başka fikirler gelir.

Siz bir işi tasarlarken, her boyutunu kafanızda kurguluyorsunuz. Çalışanlarınıza sadece uygulamak kalıyor sanırım…

Girişimcilik bunu gerektiriyor. Girişimciler iyi birer de prodüktördür diye düşünürüm, her evreye beyinde planlayıp, sonra harekete geçerler. İyi prodüksiyonlar çıkarır.

 

Şans diye bir şey var mıdır?

Şans değil de kader ve kısmet diye bir şey vardır. İnsanlar aslında birbirlerinin şanslarını değil, kısmetlerini kıskanırlar. Aslında ben herkesin bir önceden belirlenmiş olan yol haritası olduğunu düşünüyorum.

 

Röportaj: Bengü Arslan

Dünyanın En Çok Satan Otomobili Toyota’nın Fark Yaratan, Başarılı CEO’su: Ali Haydar Bozkurt

Toyota-Pazarlama-ve-Satış-A.Ş.-CEO_-Ali-Haydar-Bozkurt...

Ali Haydar Bozkurt; genç, başarılı, yenilikçi ve farklı bir CEO. İlk, orta ve yüksek öğrenimini Adana’da tamamlayan Bozkurt, profesyonel çalışma hayatına 1996 yılında demir-çelik sektöründe başlayarak, ardından, otomotiv sektöründeki kariyeri devam etmiş. 2003 senesinde ALJ Grup’a transfer olan ve Daihatsu Türkiye’nin Genel Müdürü olarak atanana Bozkurt, 2006 senesinde ise, Daihatsu Türkiye Genel Müdürlüğü görevine ilave olarak ALJ Grup’ta Avrupa Direktörlüğünü üstlendi. ALJ Grup’un 2009 senesinde Toyota Türkiye distribütörlüğünün çoğunluk hissesini satın almasına müteakip, yeni yapılanma çerçevesinde kurulan Toyota Pazarlama ve Satış A.Ş. CEO ve Yönetim Kurulu üyesi olarak atanıyor ve bu görevini başarı ile sürdürüyor. Doğru ekmeği yapabilmek için, doğru hamura sahip olmanız gerekiyor diyor başarılı CEO. Türkiye’deki başarılarının mimarlarının da bayi ordusu olduğunu sözlerine ekliyor. Bozkurt’un mottosu ‘fark yaratmak’… İnsan ne iş yaparsa yapsın, fark yaratmalı diyor… Q Life olarak, Ali Haydar Bozkurt ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik, Ali Bey’in kariyeri ve bakış açısının özellikle gençlere büyük örnek teşkil edeceğini düşünüyoruz.

Ali Haydar Bozkurt_2

Kariyerinize baktığımda, sanki şansınız hep yaver gitmiş gibi… Sizce donanımın ötesinde şans faktörünün iş hayatındaki etkisi nasıldır?

Ben yılardır üniversitelerde seminerler veriyorum ve bugüne kadar 30’dan fazla üniversiteye gittim ve daha çok Liderlik ve Fark yaratmak üzerine sohbetler ediyoruz. Gelen sorular içerisinde bu soru genellikle oluyor. 6. Yılımda bir markanın Genel Müdürü oldum, 35 yaşında iken. O zaman en genç genel müdür bendim sektördeki. Şans önemsiz demek çok ciddi bir yalan olur, elbette ki şans çok önelidir, doğru zamanda doğru yerde olmanın önemi büyüktür. Ama şansta kapıyı çalınca, doğru donanımla yakalanmak önemli. Donanımınızla, tecrübenizle, hayat vizyonunuzla o şansı doğru değerlendirebilmek çok önemli. Ben hep çok çalıştım, ben gerçekten iyi bir şey yaparsam ve bir fark yaratabiliyorsam, yaratıcık ve eğlence katabiliyorsam, kişisel olarakta kendi alanınızda fark yaratır hale geliyorsunuz. Sen gerçekten fark yarat, olaylar gelip seni buluyor, zorlamanıza gerek kalmıyor. Benden önceki herkes yıllardır şöyle yapıyor, ben de öyle yapayım demedim, ne fark yaratabilirim diye baktım her şeye. Gerçekten fark yarattığınız zaman, fark edilebilir hale geliyorsunuz. Şimdiye kadar benim hiç CV’m olmadı, hep beni gelip buldular.

Üniversite yıllarında, kendinize böylesine kilit bir noktada hayal etmiş miydiniz?

Bu pozisyonu bırakın, bu sektörde çalışacağımı bile hayal etmemiştim. Ben daha çok sanatla ilgili bir şeyler yapacağımı düşünüyordum. Kendimi bildim bileli, ben ne yaparsam yapayım, fark yaratacak biri olmayı hayal etmiştim ve bundan da emindim. Hep yapabileceğimin en iyisini yaptım. Kafamda bir şablon belirlememiştim, gerçekten iyisini yapmayı hedeflerseniz, yaptığınız iş ne olursa olsun fark edilirsiniz.

Ali Haydar Bozkurt_4

Ailenizin bu bakış açısında yeri nedir?

Ailemin üzerimde hiç baskısı olmadı. Onlar bana hiçbir zaman olumsuz bir yönlendirme yapmadılar, kararlarımı desteklediler. İlkokula bile gidip kendim kaydoldum.

Otomotiv sektörünü diğer sektörlerden ayıran özellik nedir?

Çok dinamik, çok eğlenceli bir sektör. Mesela yeni bir arabamız piyasaya çıktı, test sürüşü yaptık, yanımda profesyonel bir pilotla. Sonra ben de yapacağım dedim, arabaya bindiğimde 20 yaşında idim. Herkesin mutlaka bir yerinden heyecan bulacağı bir sektör bu. Büyük oyuncağı… Bizim sektörün en büyük avantajı ve keyifli tarafı bu.

Başarılı bir CEO’yu bize 5 kelime ile tanımlar mısınız?

İletişim gücü yüksek olmalı, hem iyi anlamalı, hem de iyi ifade edebilmeli. Doğru ve hızlı karar alabilmeli. Lider olabilmeli. EQ’su yüksek olmalı. Duygulara arka plana atmamalı. Fark yaratabilmek üzerine hem isteği, hem de yeteneği olabilmeli.

Türkiye’de insanların zihnindeki TOYOTA algısı sizin göreve gelmenizin ardından oldukça değişti, aslında gelişti diyebiliriz… Bu stratejik planlamanın ardında nasıl bir ekip var?

2.5 yılı geçkin süredir buradayım. Öncelikle mevcut durumun fotoğrafını çektik.İnsanlara soruyorduk, ilk 10’da Toyota’yı saymıyorlardı bile. Toyota dediğimizde; ‘aa evet Toyota var’ diyorlardı. Biz bunu aşmak istedik. İşin içinde duygular olmayınca, marka bağı kurulması zor oluyor. Daha duygusal mesajı olan bir marka haline getirdik Toyota’yı. İçinde otomobil olmayan, otomobil reklamını biz kullanmıştık. Bunların hepsi daha duygularımızı konuştuğumuz iletişimlerdir. Toyota’nın; sorun yaratmayan, yolda bırakmayan, sağlam algısına, evinizden bir birey algısını ekledik ve duygusal bir bağ yarattık.

TOYOTA’nın farkı sizce nerede?

Dünya’nın en çok satan otomobil markasıyız. Trafikte yürüyen otomobil bazında en az arıza yapan otomobil olarak bundan gurur duyuyoruz. Eşe, dosta tavsiye ediyoruz sonuçta… Toyota’nın yenilikçi olması büyük fark, hep 40-50 sene sonrayı görüp ona göre yeni otomobillerini geliştiriyor. Mesela hiç kimsenin çevrenin korunmasına yönelik söylemi yokken, 1970’te Toyota, 4 milyon tane hibrit otomobil sattı ve giderek bu sayı artıyor.

“Hayal ettiklerimi yapabildim diye düşünüyorum. “ 

Ayşe Arman ile çok keyifli ve samimi bir röportaj gerçekleştirmişsiniz. Zaman aşımına uğrama ihtimaline karşı ben de sormak istiyorum. Hala “Otomotivin bekâr prensi” misiniz?

44 yaşında prens olur mu diye başlayacağım. Hala bekarım ama prens değilim.


“İşin içine mutlaka duygularda katılmalıdır. Bunu yapabildiğimiz zaman, kişisel egolarımızı bir kenara atmayı öğreniyoruz ve enerji kaybına engel olabiliyoruz. Onlar ön planda durduğu sürece iyi çalışma ortamları oluşmuyor. Daha olumlu çalışma ortamları yaratmaya çalıştım.”

 

Ali Haydar Bozkurt_6

Hayalinizde bir “ideal kadın” profili var mı?

Ben böyle insanları kadın, erkek diye çok ayırmıyorum. Ben kolejde iken sınıftaki 2 erkekten biriydim. Kolej hayatım böyle geçti. Benim için, insan önce insandı. Kafamdaki ideal erkek tanımı ile ideal erkek tanımı arasında pek fark yok. İdeal insan tanımım vardır. Benim için zeki olabilmek çok önemli, kastettiğim zeka da iletişim zekası. EQ benim için çok önemli, etrafındaki olayların farkında olabilmek çok önemli. İyi iletişim ilişkileri başarıya taşıyor. Bir çok tartışma ve gerilim hep iletişimsizlikten kaynaklanıyor. Bütün ilişkilerimde hep dürüst oldum. Kompleksli egolardan arınmışlık arıyorum. İnsanların daha alçak gönüllü tavrının azaldığını görüp üzülüyorum. Durumu hazmetmek vardır ya, alçak gönüllülük orada büyük önem taşıyor. Pozitif düşünebilmek çok önemlidir, bu iş nasıl olmaz değil de, nasıl olabilire odaklanmak önemli. Güler yüz çok önemli. Fiziksel olarak benim güzellik anlayışım çok farklıdır, o kişinin bir aurası olmalıdır, farklı bir enerjisi olmalıdır. O tür güzellik benim için çok önemlidir.


“Adanalı olmak” diye bir şey var… Siz de bunu her hücrenizde hissediyor musunuz?

Ben orijinalinde Malatyalıyım ama 29 yaşıma kadar Adana’da yaşadım, bakınca ben Adanalıyım. Adanalılıklarım var. Ben de bir Anadolu insanıyım. Yaşama bakışımda, ilişkilerimde de böyle. Adanalı erkeklerimizin beğendiğim ve beğenmediğim tarafları var. Giderek beğenmediğim tarafları azalıyor. Adanalıların yürekli olmalarını, sözünün eri olmaları, sıcak olmaları, dokunarak iletişim kurmaları… Dokunmatik bir tarafımız vardır, bazı insanlar sevmez ama Adana’da herkes böyle yaşar. Kalıpların içerisine sıkışıp kalamayız, heyecanı severiz. Bir şekilde olumlu bakan tarafımız da var, Eyvallahçı bir taraf bu aynı zamanda.

 Röportaj: Bengü Arslan tarafından Q Life Dergisi için yapılmıştır.

İlk Defa 3 Şen Bir Arada

 senailesi

Aslı, Suzan ve Begüm Şen muhteşem bir kış gününde bizleri evlerinde ağırlayarak, ilk defa aynı karede olmanın büyülü enerjisi ile objektiflerimize poz verdiler.

Aralarındaki güzel ve pozitif enerjinin sırrı nedir?

Aslı Şen-  “Birbirimize saygı duymak işin altın kuralı bence. Klasik elti ilişkisi biz de olmadı hiç. Allah’a 1000 şükür.”

Suzan Şen- “Ben, Begüm ve Aslı görümce gelinden daha çok arkadaş kalmayı nadir başaran ailelerdeniz, burada en önemlisi sevgi ve saygıyı yitirmeden iletişim kurabilmek ve biz bunu çok iyi bir şekilde sağlıyoruz.”

Begüm Şen- “Hayata pozitif bakan, birbirine saygılı kişilerin kolaylıkla iletişim kurabildiklerini düşünüyorum, bizim aramızdaki bağ da buna dayanıyor.”

Sosyal yaşamda nelerden hoşlanıyorlar

Suzan Şen boş vakitlerini genelde kızı Melisa ile geçiriyor, dostları onun vazgeçilmezi. Kedi ve köpekleri de olmazsa olmazları arasında yer alıyor. Hobi olarak fotoğraf çekmeyi seviyor, aynı zamanda bir nostalji hayranı ve eski plakları toplayıp, dinlemenin kendisini günlük hayatın stresinden uzaklaştırdığını söylüyor.

Aslı Şen, çocuklarları ve işinden arta kalan zamanlarda dolu dolu yaşamayı seviyor. Spor unun vazgeçilmezi. Tenis oynamak, pilates ve yürüyüşün kendisini çok mutlu ettiğini söylüyor. Arkadaşlarıyla da vakit geçirmenin değerini de paha biçilmez buluyor.

Begüm Şen, çocuklarının bütün hayatı olduğunu ve tüm programını onlara göre şekillendirdiğini söylüyor. “Gelişme çağında ne kadar çok ilgilenip, iyi bir iletişim kurabilirsem, gelecekte kendilerine güvenli bireyler olacaklarına inanıyorum. Çocuklar okuldayken ve işten arta kalan zamanlarımda arkadaşlarımla birlikte olmaktan büyük keyif alıyorum.” diyor.

Moda ve sezonun trendleri hakkında düşünceleri

Suzan Şen- “Şu anki yeni trendleri kendime çok uygun bulduğumu söyleyemem. Ben görsellikten daha çok, rahatlığı ön planda tutan kıyafetleri tercih ediyorum. “

Aslı Şen- “Moda insanların kendini ifade etme bicimi bence.  Tabii ki bazı trendler bana yakınken bazıları çok uzak. İnsan kendini tanımaya başladıkça, modayı da kendine uyarlamaya başlıyor. Modayı herkes takip ediyor artık ama kendine yakıştıran, stilini ortaya koyan daha az kişi.. Ben bunu yapmaya çalışıyorum.”

Begüm Şen- “Moda, benim için güzellik ve keyif anlamına geliyor. Genellikle kendime yakışan ve içinde rahat hissettiğim kıyafetleri tercih ediyorum.”

Sosyal sorumluluk projelerinde Şen ailesinin yeri ve hissettikleri:

Aslı Şen: “Şen ailesi olarak elimizden geldiğince sosyal sorumluluk projelerine destek olmaktan büyük keyif alıyoruz. Tek bir kalbi mutlu edebiliyorsak bile ne mutlu bize.  Yastığa kafamızı koyduğumuzda, vicdanımızla baş başa kaldığımızda bu projeler  bizi rahat uyutuyor.”

Suzan Şen: “Şen Ailesi olarak bizler genelde cemiyet hayatımızda sorumluluk ve yardım projelerinde görev almaya özen gösteririz, bundan dolayı da ailemle her zaman gurur duyarım çünkü bunu şov amaçlı değil gerçekten gönül hissederek yaparız.”

Begüm Şen- “Sosyal sorumluluk kampanyalarına katılmak kadar, elimden geldiğince, bireysel olarak birilerine yardım etmek de beni çok mutlu ediyor. Tabii ailemin de bu konuda duyarlı olduğunu bilmek ayrıca bir gurur kaynağı…  İki senedir, Bayer’in katkılarıyla yapılan Kadın Sağlığı Gönüllüleri projesinde çalışıyorum ve böyle bir organizasyonun içinde olmak bana büyük bir heyecan veriyor.”

 

Birbirlerinden birbirlerini dinledik…

Aslı Şen için Suzan Şen; Dost, iyi kalpli, yumuşak yürekli, yardımsever ve maviş gözlüm

Aslı Şen için Begüm Şen; Yardımsever,  iyi yürekli, giydiğini yakıştıran, eli açık, gönlü çok büyük.

Suzan Şen için Begüm Şen; Temiz kalpli, yardımsever,iç güzelliği yüzüne yansıyan, iyi bir anne ve iyi bir eş.

Suzan Şen için Aslı Şen; Dost, yengeden öte dost, açık sözlü, içten, sıcakkanlı, pozitif, iyi bir anne ve iyi bir eş.

Begüm Şen için Suzan Şen; Anaç, hayat dolu, insancıl, hayvan sever, bilgisayar kurdu.

Ali Şen deyince;

Aslı Şen- “Sıcacık bakışıyla, çocukların sevgilisi olan DEDE Ali Şen gelir aklıma.  Babamın her zaman önceliği torunlar olduğu için, onlar için dünyayı bile tersine çevirir. Dolayısıyla da çocuklarında gözbebeği.”

Suzan Şen- Harika bir baba, ideal dede ve çok iyi bir eş.

Begüm Şen- “Ali baba deyince aklıma ‘güç’ geliyor. Güçlü bir kişiliğe sahip olduğu için, her zaman lider ve kendinden emin bir duruşa sahip. Ancak benim için altın kalpli bir dede ve Fenerbahçe’nin en karizmatik başkanı…”

Aile kavramının oldukça hasar görmeye başladığı günümüzde, bu kadar kopmaz bağlarla birbirine bağlı bir aileyi korumanın sırrı:

Aslı Şen;” Biz ailemizden ne gördüysek o şekilde hem birbirimize hem çocuklarımıza davranıyoruz. Ali babamın esine olan aşkı, rahmetli babamın anneme olan sevgisi ve saygısı bizim rehberimiz. Birbirimizi çok sevdiğimiz için beraber olmak bizim için bir zorunluluk değil bir  keyif ortamı oluyor  dolayısıyla.”

Suzan Şen; “En önemlisi babam ve annemin birleştirici sevgisi bizi her zaman bir arada tutmuştur. Ayrıca her konuda birimize koşulsuz destek veririz, bununla daima gurur duymuşumdur. Maalesef ki günümüzde çoğu insan maddiyatı ön plana çıkarıyor. Tam aksine Şen ailesi olarak  bizler manevi duygularımızı önemseriz, bu da aile içindeki bağlılık, sevgi ve saygımızı daha da güçlendiriyor.”

Begüm Şen; “Herkes birbirine sevgi ve saygı duyarsa bu zor olmuyor. Çocuklar doğduktan sonra aile olmanın değerini daha iyi anladım diyebilirim, bu nedenle bizi bugünlere getiren büyüklerimize zaman ayırmaktan büyük zevk alıyorum. İzmir’de yaşayan ailem sık sık ziyaretimize geliyorlar. Aynı düşünce yapısına sahip bireylerden oluşan, büyük bir aileye mensup olmak beni çok mutlu ediyor. “

Röportaj: Bengü Arslan / Fotoğraflar: Ünal Atılgan

Quality of Magazine Dergisi için yapılmıştır.

 

Yönünü İçgüdülerine Göre Belirleyen Kusursuz Tasarımcı: Begüm Salihoğlu


1983 İstanbul doğumlu olan Begüm Salihoğlu, ortaokulu St. Pulcherie Kız Ortaokulu’nda, liseyi St. Benoit Lisesi’nde okudu. Kendisini baskıya gelemeyen, özgürlüğüne düşkün biri olarak tanımlayan Salihoğlu’nu kendi haline bırakarak, yaratıcı ve etkileyici tasarımlara imza attığını gözlemleyebilirsiniz. Değişik ülkelere seyahat etmeyi çok seven tasarımcı, farklı kültürleri tanımaktan zevk alıyor. Bunun dışında enerjisinin tutmadığı insanlarla asla çalışmıyor, iyi elektriği de kötü elektriği de hemen alıyor ve hayatta yönünü hep içgüdülerine göre belirliyor. ROMAN için yeni bir koleksiyon tasarlayan Begüm Salihoğlu koleksiyonu ve modaya dair her şeyi Q Life ile paylaştı.

Yurtdışında Fransızca işletme alanında eğitim almaya gittikten sonra bunun yanlış karar olduğunu düşünüp, bambaşka bir alana, yani  ‘modaya’ yönelmişsiniz. Böyle cesaret gerektiren bir karara nasıl vardınız? Aileniz bu kararınızı nasıl karşıladı?

Hayalim hep üniversiteyi Amerika’da okumaktı, çünkü orada sizi yönlendiriyorlar, yeteneğiniz olan, merakınız olan konularda eğitmeye teşvik ediyorlar. Ben ailemi çok zor ikna ettim yurtdışında okumak için, hatta işin aslı ikna bile etmedim resmen emrivaki yaptım, okullara başvurdum, sınavlara girdim ve Boston’da Northeastern University’e kabul edildim. Ancak oraya hep transfer olacağım bir okul gözüyle baktım çünkü aklımda hep modayla ilgili bir şey yapmak vardı.

     Direk moda okumaya neden gitmediniz?

Ben aileme “ben moda okumaya, Amerika’ya gideceğim!” deseydim asla izin vermezlerdi ve bunu şımarıkça değerlendirirlerdi. Çok uzun bir sure önce olmasa da o zaman moda okumak sadece hayali bir şeydi, okunmazdı, isletme okunurdu çünkü o zamanlar… İşletme okursan her isi yaparsın bilinci vardı. Nitekim benim ailemde buna inanıyordu. Ben portfolyo hazırlayıp başvurduğum zaman bütün istediğim okullardan kabul edilmiştim. Bundan haberi olmayan ailem ise beni ziyarete geldiği gün havaalanında öğrendiğinde büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. Çünkü ben “hazır mısınız New York’a taşınıyorum! Hem de moda okumaya Parsons’a kabul edildim!” dediğimde ne yapacaklarını şaşırmışlardı ama içten içe çok gururlanmışlardı. 

Dünyanın  önde gelen moda okullarından biri olan Parsons School of Design’da eğitim gördükten sonra pek çok başarılı işler yapmışsınız. Jill Stuart, Huseyin Çağlayan gibi ünlü modacılarla çalışmış olmanız da bunlara örnek. Bütün bu deneyimlerin,  şimdi kendi markanızın adı altında yaptığınız tasarımlarınızda bir etkisi var mı?

Tabii ki de var, olmaz olur mu? Onlar yıllardır bu sektörde olan, büyük bir tecrübeye sahip tasarımcılar. Hala da onlar gibi başarılı olmak için kendimi geliştirmeye çalışıyorum.  Hüseyin Çağlayan muhteşem bir yaratıcı beyin, hatta o bir dahi diyebiliriz! Onunla çok kısa bir dönem ben Paris’te Via Malaura Showroom’da çalışırken defilesi için çalıştık.  O kadar kısa zamanda bile ekibiyle olan müthiş enerjisine tanık oldum. Ekip gücünü bu tecrübemle birlikte daha çok beynime kazıdım ve bende ayni şekilde ekibimle güzel bir enerji yakaladım. Bunun isinizde başarılı olmak için bu çok önemli bir ayrıntı olduğuna inanıyorum, tek başına asla var olamazsınız. 

Haute-couture koleksiyonunuzun tanıtımı için yapılan çekimde model olarak Azra Akın’ı seçme sebebiniz nedir?

Azra Akın çok naif bir yüz, pürüzsüz ve çok sade bir güzelliği olan bir kadın. Hareketleri, içtenliği ve enerjisiyle çok rahat çalıştığım bir isimdi, çok kısa sürede de çok yakın arkadaş olduk onunla. Kıyafetlerimi çok güzel taşıyor ve onun zarifliğinde kıyafetler daha farklı ön plana çıkıyor. 

Haute-couture koleksiyonunuzdaki kıyafetler dişiliği ön plana çıkaran türden. Bu koleksiyonu tasarlarken kafanızda kurguladığınız, ulaşmak istediğiniz kadın profilinden bahseder misiniz?

Bu koleksiyon ile ulaşmak istediğim müşteri profili yaşı ne olursa olsun her daim sik ve sofistike görünmek isteyen, kendini özel hissetmek ve başkasına benzemek gibi bir opsiyonu asla kabul etmek istemeyen bir profil vardı kafamda.  Bana gelen müşteri biliyor ki asla başkasında ayni elbiseyi göremeyecek. 

Koleksiyonda vücut hatlarını  ortaya çıkaran straplez elbiseler, parlak kumaşlar ve payetler göze çarpıyor. Önümüzdeki sezonun gece kıyafetlerinde bu detaylara sıkça rastlayacak mıyız?

Kadınlar her zaman vücut hatlarını en güzel gösteren, farklı ve kendini diğer kadınlardan ayıracak kadar iddialı kıyafetleri severler. Biz de bu yüzden her zaman bu detaylara yer vereceğiz. Gece kıyafetlerinde biraz parıltı gece loş ışıkta kendini gösterir, bu yüzden sıkça bu detaya rastlayacağız.

Begum_Salihoglu_azraakin

Moda dünyasının stresli atmosferi özel hayatınızı nasıl etkiliyor? 

Çok çok stresli bir iş gerçekten, dışarıdan çok eğlenceli gözüküyor ama kendi işyerinize sahip olmak demek ciddi olmanız ve devamlı isinize sahip çıkmanız demek.  Her detayıyla bizzat kendim ilgileniyorum, kontrol bende olmadığında rahatsız olan bir tipim bu yüzden ön muhasebesinden, pazarlamasına, satışa kadar her şeyi kendim organize ediyorum.  Bu da demek oluyor ki özel hayatim için sadece uyumaya eve gidebiliyorum. 3 haftalık evliyim ama daha evimde bardağımı koyacak sehpam yok J Kendime hiç vakit ayıramamaktan biraz şikâyetçiyim ama bu da işimin bir parçası ve işimi çok seviyorum bu yüzden rahat katlanıyorum sanırım. 

Hem Haute-Couture hem Ready-to-wear koleksiyonları hazırlıyorsunuz. Bu ikisi arasından sizin tasarlamaktan en çok zevk aldığınız koleksiyon hangisidir?

Ben her ikisini de tasarlarken keyif alıyorum. Haute couture de sadece yaratıcılığınızın sınırlarını çok daha fazla zorlayabiliyorsunuz ve karsınızdaki de sizi gerçekten anlayan ve yeniliklere açık olan bir müşteriyse ortaya mutlaka muhteşem bir iş çıkıyor. Hazır giyim de ise daha çok ihtiyaca yönelik tasarımlar yapmak durumundasınız çünkü tek tek satmak gibi bir lüksünüz maddi açıdan olamaz. Hazır giyim de büyük bir kitleye hitap etmek için hedef kitlenizi de iyi tanımanız ve buna göre tasarımlar yapmanız gerekir.  Biz Roman ile bu deneyimi yaşadık ve hazır giyim bundan sonra daha çok odaklandığım bir alan oldu çünkü dünyaya açılmanın yolu bu. 

Begüm Salihoğlu’nun tasarımları  nasıl bir tarz benimseyen kadınlara hitap etmektedir?

Begum_Salihoglu_azrakin-benguarslan

Kendine güvenen, sade ve sofistike ama ayni zamanda detaylarda iddialı olmayı seven, dişiliğini ön plana çıkarmak isteyen bayanlara daha çok hitap ediyoruz. 

Gelecek sezon için her kadının gardırobunda bulunmalı dediğiniz parçalar nelerdir?

Gelecek sezon her kadının gardırobunda Roman’a hazırladığımız koleksiyondan bir kokteyl elbisesi mutlaka bulunmalı. Bu koleksiyonu hazırlarken her sezon acil durumlarda ihtiyacımıza koşan renk alternatifleriyle birlikte küçük siyah elbiseler tasarladım. Bunun dışında midi boy yüksek belli etekler, derin yırtmaç detaylı elbiseler eğer vücudunuz müsaitse mutlaka gelecek sezon bulunmalı. 

Marka ve tasarımcı  işbirliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Eğer tasarımcı köklü bir marka ile çalışıyorsa ve o markanın müşterisine de sadık kalarak yeni bir soluk getiriyorsa o zaman o işbirliği çok doğru bir işbirliği olur.  Tasarımcıların çok radikal değişikliklere giderek markayı tamamen bambaşka şekilde değiştirmeye çalıştığında başarısız olduklarını görüyoruz.  Marka ve tasarımcı işbirlikleri devam ederse markalar yeniliğe açık olan müşteri kitlesine de hitap etmiş olurlar diye düşünüyorum. 

ROMAN markası  için hazırladığınız koleksiyonun teması nedir ve sizi gerçekten tatmin eden bir iş mi oldu?

Koleksiyonda 1940’larin izlerini 1990’lar minimalizmi ile karıştırdım. Kesimleri vücut hatlarını en iyi ve en ince gösterecek şekilde tasarladım.  İki farklı tema yarattık, birincisi geometrik kesikleriyle ve asimetrik detaylarla daha genç daha dinamik bir line oldu. Diğer temada ise biraz daha ağır ve sofistike bir line tasarladım. Taş işlemeli kordon detaylarla elbiseye aksesuarla birlikte tasarlanmış hissi vermeye çalıştık.  Sırt detaylarına, kollarda islemelere, transparanlığa ve parıltıya odaklandık ve ortaya her yaştan kadına hitap eden, çok şık bir koleksiyon çıktı. Kumaşlarda dokumlu krepleri, ipek şifonları ve likralı vücudu saran çok iyi kumaşlarla çalıştık. Renklerde ise gülkurusu, zeytin yeşili, mor, siyah ve şampanya renkleriyle oynadık.

Röportaj: Bengü Arslan tarafından MAG Dergisi için yapılmıştır.

Julia Nitu ve Mehmet Köymen

Aşk Kadını: Julia Nitu

Güzelliği, duruşu, tavrı, asaleti ve güçlü kişiliği ile göz kamaştıran bir kadın. Onu gördüğünüz andan itibaren, büyülenmemeniz mümkün değil. Kariyerini Türkiye’de sürdüren ve birçok meslektaşının aksine yükselen bir kariyer çizgisi sürdürüyor. Julia kendisini bir AŞK KADINI olarak tanımlıyor, onun için aşk; tatlı- acı bir duygu, çiftlerin birbirlerini sahiplenmesini olmazsa olmaz görenlerden… Kendisini obsesif bir aşık olarak tanımlarken de sahiplenmenin kıskançlıkla karıştırılmaması gerektiğini özellikle vurguluyor.

Julia Nitu ile moda çekimi gerçekleştirmek oldukça keyifli. Size hiçbir iş bırakmıyor, o muhteşem duruşu, profesyonel pozları ile sizi yönlendiriyor ve adeta kendine hayran bırakıyor.

Uzun süredir podyumlarda yok, sadece çok özel moda çekimlerinde ve defilelerde yer alıyor. Başarılı mankenlik kariyerinin ardından oyuncukta da iddiasını sürdürüyor. Birçok dizi teklifine rağmen İstanbul Masalı’ndaki muhteşem performansının ardından, gelen projeleri ince eleyip, sık dokuduğunu belirtiyor. Julia, ekrana çok yakışıyor. Sanki dünyaya bir yıldız olarak gelmiş.

1994 Miss Romanya unvanına da sahip olan Julia Nitu, uzun yıllardır Fashion Model Ajans’ın Başkanı ve ulusal- uluslararası birçok organizasyona ve defileye imza atıyor, yeni modellere hem deneyimleri hem de üstün yöneticilik vasfı ile yol gösteriyor. Fashion Model Ajans; açılış, tanıtım, event, davet, defile gibi birçok organizasyonun A’dan Z’ye tüm sorumluluğunu üstlenerek, birbirinden başarılı işlere imza atmaya devam ediyor. Doğuş Grubu, Ağaoğlu Şirketler Grubu, British  American Tobacco bu şirketlerin sadece bir kaçı. Julia Nitu şirket felsefesini, kusursuzluk üzerine kurmuş, birbirinden donanımlı alanında uzman kişilerin oluşturduğu ekibiyle yoluna başarıyla devam ediyor.

Birçok sosyal sorumluluk defilesinin de baş mankenlerin Julia Nitu, konu çocuklar ve hayvanlar olunca, hiç düşünmeden evet diyor, sosyal sorumluluk defilelerine. Hep en iyi modacılarla çalışmayı ilke edinmiş kendisine, bu modacıların başında; Yıldırım Mayruk, Vural Gökçaylı, Cengiz Abazoğlu, Süleyman Demirel, Cemil İpekçi, Mehmet Köymen geliyor.

Sait Halim Paşa Yalısı’nın o muhteşem tarihi atmosferi, Mehmet Köymen imzalı  haute couture tuvaletler ve Julia Nitu’nun asaleti birleşince ortaya muazzam kareler çıktı.

Son olarak Süleyman Demirel’in 2010-2011 İlkbahar- Yaz Koleksiyonu’nun yüzü oldu Julia Nitu… Selda Car’da ona eşlik etti. Bu koleksiyonda bambaşka bir Julia göreceksiniz, Julia Nitu ve haute couture tasarımlar bence birbiriyle fazlasıyla örtüşüyor.

Fotoğraflar: Ünal Atılgan

Styling: Bengü Arslan

Kıyafetler: Mehmet Köymen- Haute Couture

Mekan: Sait Halim Paşa Yalısı

Mücevherler: Tekvin Mücevher

Turkish Media Coverage of the 2004 Olympics

2004olympics- benguarslan

CANAN KOCA AND BENGU ARSLAN

TURKEY

GENDER RELATIONS IN TURKEY

The dissolution of the Ottoman Empire and the establishment of the modern Turkish Republic in 1923 provided ideological and legal bases for the modernization process in Turkey. Within this modernization project, the new state replaced the Islamic civil code with a secular or republican code adopted from the Swiss code, which introduced gender equality in marriage, divorce and matters of inheritance. In 1930, Turkish women were granted the right to vote in local elections and, in 1934, the right to vote for and to be elected to public office in national elections. Republican gender ideology in general expected women to follow a particular form of education and act as visible ambassadors to challenge the backward image of Muslim women in the world as well as in Turkey (Kandiyoti, 1989). However, these reforms for recognizing women as individuals did not in reality bring equality to women. In the new state, the women continued to be described according to their traditional female roles and this prevented the development of a perception of women as being equal partners of men (Arat, 1994; Kandiyoti, 1987). As Arat (1994) argues, Turkish women are emancipated but unliberated. Keeping mind all these modernization movements and legal changes which are focused on women, it seems contradictory, as Muftuler-Bac (1999) has argued, that Turkish women are still oppressed by the patriarchal system.  However, a whole year of intensive lobbying and widespread campaigning by the women?s movement throughout 2001 has resulted in reforms which have drastically changed the legal status of women in the family and in the promulgation of the new Turkish Civil Code, which was passed by the Turkish Grand National Assembly on November 22, 2001 (WWHR, 2002). The new Code sets the equal division of the property acquired during marriage as a default property regime, assigning an economic value to women?s hitherto invisible labour for the well-being of the family household.

Nowadays, the primary engine of the Turkish modernization project has been Turkey?s ongoing attempt to gain entrance into the European Union (EU). Within this ongoing project, Turkey signed the United Nations Convention on Elimination of All Forms of Discrimination Against Women (1979), and the Declaration on the Elimination of Violence Against Women (1993). A 2007 European Parliament report notes that the political participation by women in Turkey is too low and that there is an absolute need for female role models in positions of power and decision-making. Regarding gender equality in access to education and the labour market, UNICEF estimates that each year between 600,000 and 800,000 girls are either prevented by their families from going to school or do not attend because of logistical difficulties. The female employment rate in Turkey is just under 25%, compared to the average women’s employment rate in the EU-25 of 55%1.  Members of the European Parliament therefore called on the Turkish government to ensure gender equality in access to education and the labour market, especially in the south-eastern regions (European Parliament, 2007).

GENDER RELATIONS IN SPORT

Although gender issues in sport have been studied extensively worldwide since the 1980s, they have been studied in Turkey for only a few years. The increasing rates of women?s participation in both elite and recreational sport have led researchers to investigate the sport and exercise environment as an important arena of gendered cultural practices in Turkish society (Koca & Asci, 2005; Koca & Bulgu, 2005; Koca, Asci & Kirazci, 2005). In these studies it has been argued that although, like many other Western societies, patriarchy is still one of the most important characteristics of Turkish society and female athletes have been faced with various forms of patriarchal oppression, there have been some changes in the status of Turkish women in sport, particularly in urban areas. For example, Fasting and Pfister (1997) also concluded that at least some parts of Turkey were changing, and that not only was the younger generation more active in sport but parents also encouraged their children to enjoy sport, especially girls, because sport was considered as something positive. Relative to the situation of women in elite sport, although most of the elite female athletes are competing in volleyball and track and field, there have been increasing numbers of female athletes in martial sports such as taekwondo and judo and, recently, in weightlifting and wrestling. For recreational sport, increasing numbers of women have been participating in physical activity in their leisure time as a result of broader social transformations during recent years in Turkey. Factors such as continuing modernization movements, rapid urbanisation and the growing attention from the municipalities towards physical activity for women have all motivated women in Turkey to participate in physical activity in different types of sport and exercise clubs (Koca, Bulgu & Asci, 2007).

In recent years, there has been a significant increase in the number of women in sports and in female athletes? participation and achievements in international sports competitions (e.g., having medals in World and European Championships and Olympics). According to information from the General Directorate of Youth and Sport, while the number of elite female athletes (330,258) is less than elite male athletes (856,572), there has been a five-fold increase in women?s involvement in sport since 2002 (www.gsgm.gov.tr). Regarding the statistics, the number of female athletes was about 66,000 in 2002 and this number increased to about 350,000 in 2007. In addition, the highest participation of Turkish female athletes in the Olympics was at the 2004 Games, where Nurcan Taylan became the first Turkish female athlete to win a gold medal in the Olympics.

PREVIOUS RESEARCH ON GENDER DIFFERENCES IN MEDIA COVERAGE

The presentation of women in the media has gained a renewed interest by several scholars from different disciplines in Turkey and many researchers have pointed to the under-representation of women in Turkish media and the fact that, when women are represented, the coverage reinforces existing stereotypical norms such as housewives or mothers, and women as sexual objects (Gencel-Bek, 2001; Gencel-Bek & Binark, 2000; Hortacsu & Erturk, 2003). On the other hand, physical, sexual and psychological violence against women has been increasingly visible within the general community, including rape, sexual abuse and sexual harassment in family, work and educational institutions and, therefore, there are some other studies which investigated the media coverage of violence towards women. For example, Alat (2006) analysed the Turkish news coverage of violence against women. She found the following patterns in news stories: a victim blaming attitude, questioning perpetrators? mental status and women?s adherence to gender norms, scrutinising the victim?s intention for reporting the crime, and turning sexual assault into pornographic stories. These issues have been explored in a sport context by Bulgu and Koca (2006) who examined the presentation of a case of sexual harassment in the national women?s weightlifting team in Turkish daily newspapers and found that, in order to protect the national popularity of weightlifting, the print media presented the case in ways that suggested they did not really believe the sexual harassment took place.

Although there have been many international studies of media coverage of women?s sport in Western countries, there has been a limited number of studies about this subject in Turkey. One recent study (Öktem, 2004) analysed the media coverage of Süreyya Ayhan who is one of the most successful and famous Turkish track and field athletes and found that the achievements of women are disregarded and, further, that her success has been reflected as an extraordinary and unusual event in the media. In another recent study, Arslan and Koca (2007) examined gender stereotypes in both written and visual texts of female articles in Turkish newspapers. One of the findings of their study is that the number of female articles (6.05%, n=220) was significantly lower than male articles (87.02%, n=3,166) and, although the data revealed that there were gender stereotypes in media coverage of female athletes, particularly in visual texts of newspapers, the overall amount of these gender stereotypes remains low. For example, 13.9% of female athletes received photographic coverage as glamorous or sexy, and with reference to their heterosexual familial roles as wives, mothers and daughters.  Semra Aksu, a former Turkish track and field athlete, was pictured with her baby on the blocks in a position ready for the start. In this study, which included both Olympic and non-Olympic periods, most of the articles were about female weightlifters, who have previously had the highest athletic achievement (such as medals in several World and European Championships) of female athletes in Turkey and, therefore, were great expectations for medals in the 2004 Olympic Games (Arslan & Koca, 2007). Female weightlifters are visibly strong and muscular (attributes long viewed as being unfeminine) and they certainly do not conform to stereotypes of femininity. Thus, it should come as no surprise to realise that, in the Turkish media, female weightlifters were mostly represented by their athletic performance rather than in relation to normative stereotypes of femininity (Arslan & Koca, 2007).

METHODS

Three Turkish daily newspapers, appealing to different audiences, were chosen. Hürriyet, Cumhuriyet and Zaman are three of the mass-circulation newspapers in the country. Zaman is a conservative newspaper and has the highest circulation (over 500,000 copies per day). The Cumhuriyet (Republic) has the highest circulation (about 50,000 per day) of the newspapers with social democratic views, and the Hurriyet (Liberty) has a circulation about 490,000 per day and supports liberal economic views.

The sample was collected from 13 – 29 August 2004 and consists of 1132 sports-related articles. The data collection period starts from the date of the opening ceremony and ends with the date of the closing ceremony of Olympics. In the present study, media coverage refers to the number of articles reported in newspapers. Stories were analysed from the sport and news sections of each daily newspaper. Therefore, all articles related to both Olympics and non-Olympic sports in all sections of each newspaper were initially counted. The result sections were also counted. Then they were coded into categories with respect to gender; namely female articles, male articles and mixed. The researchers categorised articles as female articles that referred to events related only to females, and as male articles that referred to events related only to males. Articles that referred to events related to both females and males were coded as mixed articles. The articles that were related to general Olympics (e.g., philosophy and history) were not included in the content analysis: however, there were few such articles in each newspaper. The results from all three newspapers have been combined.

 

THE RESULTS OF THE CONTENT ANALYSIS

At the 2004 Olympic Games in Athens, 45 men and 20 women competed for Turkey. Turkish athletes won a total of 10 medals (in weightlifting, boxing, wrestling, taekwondo and track and field). Only one medal (gold) was won by a female ? weightlifter Nurcan Taylan.

 

Men Dominate Media Coverage

The analysis of this project included both Olympics and non-Olympic coverage of newspapers. Although the analysis included just the dates of Olympics, the overall proportion of newspaper coverage devoted to Olympics was low (30.1%, see Table 1).

Table 1. Total coverage dedicated to Olympics and non-Olympics articles

 

Measurement

Olympics

Non-Olympics

Total Articles

Number of stories

341

791

1,132

% of Total Coverage

30.1%

69.9%

100%

This high overall proportion of newspaper coverage devoted to non-Olympics is also likely to have influenced the total proportion of coverage for females which reached only 10.1% (see Table 2).

Table 2.  Total coverage by gender

 

Measurement Male Female Mixed Total
Number of stories

883

114

135

1,132

% of Total Coverage

78%

10.1%

11.9%

100%

 

Females Receive Little Non-Olympic Coverage

The findings of this study indicated that in non-Olympic coverage, female athletes received only 2% of the newspaper coverage whereas male athletes received 95.6% (Table 3). Thus, our results indicate that female athletes received much less newspaper coverage in non-Olympic coverage compared to male athletes. Football (93%) had the most coverage in non-Olympic sport for males. On the other hand, track and field (37.4%) had the highest coverage in non-Olympic sport for females. The other stories concerning female athletes in non-Olympic sport were tennis (18.8%), handball (18.8%), volleyball (12.5%) and basketball (12.5%).

Table 3. Non-Olympic coverage by number of stories in Turkey Newspapers during the 2004 Olympic Games

Measurement

Male

Female

Mixed

Total

Number of stories

756

16

19

791

Percentage (%)

95.6

2

2.4

100%

 

Females Receive Higher Levels of Olympic Coverage than Non-Olympic Coverage

This study found that female athletes received 28.74% of all Olympic coverage whereas male athletes received 37.24%. Although the percentage of female athletes in the Olympic coverage (28.74%) is much more than the percentage of female athletes in non-Olympic coverage (2%), female athletes still received less newspaper coverage than male athletes. The percentage of mixed coverage (34.02%) is higher than the percentage of female athletes in Olympic coverage (28.74%). The percentage of mixed coverage in Olympic sports is also higher than the percentage of mixed coverage in non-Olympic sports (2.4%). The reason for this difference can be explained by the mixed nature of the Olympics. There are both female and male sports in Olympics; therefore relatively more coverage was devoted to mixed stories in Olympic coverage than in non-Olympic coverage. Another reason for this difference could be the inclusion of the results sections that consisted of both male and female results. The content of the mixed articles was mostly male with a little female coverage. This finding should be attributed to the high number of male athletes in Turkish Olympic team. Thus, our results do not support the hypothesis thatfemale athletes will receive relatively equal newspaper coverage compared to male athletes. The frequencies and percentages are shown in Table 4.  Overall, most of the female coverage (86%; 98 of 114 articles) was from the Olympics, as was the majority of the mixed coverage (85.9%; 116 of 135 articles).  However, the opposite was true for males: only 14.4% of all male coverage was devoted to the Olympics with 756 of 883 articles (85.6%) being focused on non-Olympic events.

Table 4. Olympics-only coverage by number of stories in Turkish newspapers during the 2004 Olympic Games

Measurement

Male

Female

Mixed

Total

Number of stories

127

98

116

341

Percentage (%)

37.24

28.74

34.02

100%

Differences in coverage relative to proportion on the Olympic team

 

The findings of this study did not fully support the hypothesis which argued that female and male athletes will receive coverage relative to their proportions on the Olympic team (see Table 5). Male athletes received less coverage (37.24%) than their participation rate (69.7%), whereas female athletes? coverage was clearly much closer to their participation proportion (only 1.6% less). Thus, the coverage of female athletes (28.74%) was relative to their proportion (30.3%) on the Turkish Olympic team, while the male coverage was not.

Table 5. Olympic coverage of Turkish female and male athletes and their proportions on the Turkish Olympic team

 

Measurement

Male

Female

n

%

n

%

Olympic stories

127

37.24

98

28.74

Olympic team

46

69.7

20

30.3

Medal winners

9

90

1

10

The results also did not support the hypothesis that female and male athletes will receive coverage relative to the proportion of Olympic medals they win(see Table 5).  Our findingsshowed thatmale athletes received less coverage than the proportion of Olympic medals they won, whereas female athletes received more coverage than their proportion of medals.  Women athletes won only 10% of Turkey?s medals but received 28.74% of the coverage; while males won 90% of medals and received 37.24% of coverage. It should be noted, however, that almost one-third of the coverage was mixed stories, which focused on both male and female athletes (see Table 5). Almost half of the mixed stories consisted of winners in the Olympics.

 

Females who were expected to win medals in Olympics had the highest coverage

Nurcan Taylan, a weightlifter, was the only Turkish female medal winner in the 2004 Olympic Games. Weightlifting is one of the sports that are historically linked to Turkish national identity and the highest achievement of Turkish athletes during the 2004 Olympics was in weightlifting (two gold medals and one bronze for males and one gold medal for females). Regarding the fifth hypothesis that female athletes who win in sports historically linked to national identity will receive more coverage than female winners in other sports, the 27.6% of articles related to Nurcan Taylan and other female weightlifters in the Turkish Olympic team is only the second highest percentage in the female articles and less than half the percentage for the most covered sport of track and field (see Table 6). Therefore, this study disproves the fifth hypothesis.

Table 6. Olympic coverage of Turkish female and male athletes and their proportions on the Turkish Olympic team

 

Sport in order of total articles

Male

Female

Articles

Athletes on Olympic team

Articles

Athletes on Olympic team

n

% of male coverage

n

% of males on Turkish team

n

% of female coverage

n

% of females on Turkish team

Track and Field

14

11

5

10.9

56

57.2

8

40

Weightlift

İng

25

19.7

6

13

27

27.6

4

20

Wrestling

30

23.6

12

26

Boxing

23

18.1

8

17.4

Taekwondo

8

6.3

1

2.2

Swimming

3

2.4

5

10.9

5

5.1

4

20

Judo

2

1.6

2

4.3

1

1

1

5

Shooting

2

1.6

1

2.2

Sailing

4

3.1

5

10.9

Archery

1

2.2

2

2

3

15

Other Countries

16

12.6

7

7.1

Total

127

100

46

100

98

100

20

100

However, our findings support the hypothesis in another way. For example, the biggest expectation for female medals in the 2004 Olympic Games was from two well-known track and field athletes, Süreyya Ayhan and Elvan Abeylegesse.  Ayhan was the 2002 European 1500m champion and had won the silver medal in the 2003 world championships. Abeygelesse held the world record in 5000m (14.24.68). Therefore, the high level of coverage is not unexpected, although they did not win any medals.  Although track and field is not historically linked to national identity in Turkey, medal expectations are related to national identity and, therefore, these athletes received relatively more coverage than female medal winners in other sports.

Therefore, the reason the hypothesis is not supported is that winning is the most important thing, rather than an association with sports that have historical links to national identity.  Indeed, almost 85% of female coverage was of women who won, or who were expected to win. Although weightlifting, swimming and archery have similar numbers of athletes competing, weightlifting got so much more coverage (27.6%) than swimming (5.1%) and archery (2%). The reason for this is highly related to the big expectation for medals in the 2004 Olympic Games from Nurcan Taylan who won the gold medal. She received 20.5% of the 27.6% weightlifting coverage.

Similarly, Elvan Abeylegesse and Süreyya Ayhan received 50.1% of the 57.2% track and field coverage. Because of an injury, Süreyya Ayhan did not compete in 2004 Olympics, withdrawing shortly before the Games began.  Therefore, Abeylegesse had more coverage (40.9%) than Ayhan (9.2%) of the 57.2% track and field coverage. The most of the coverage about Ayhan was related to her injury. In addition to this, the rest of the track and field coverage was devoted to female athletes from other countries.

Our findings also disproved the hypothesis that female athletes competing in sports more strongly linked to femininity or dressed in ways that highlight gender difference will receive relatively more coverage than those competing in sports more strongly linked to masculinity or dressed in ways that do not highlight gender difference.  Female athletes competing in track and field (57.2%) and weightlifting (27.6%) received more coverage than female athletes who competed in other sports (Table 6). Thus, this finding did not support this hypothesis since track and field is accepted as a gender-neutral sport and weightlifting as male-appropriate sport. On the other hand, these two sports are not stereotypically feminine sports. The uniforms worn by Abeylegesse and Ayhan, who had the most coverage, were not revealing and did not highlight femininity.

Males Receive Higher Levels of Olympic Photographic Coverage than Females

 

The analysis of this project included Olympic photographic coverage in the newspapers. This study found that male athletes received 39.8% of all Olympic photographic coverage whereas female athletes received 33% (Table 7). Consistent with the percentage of male athletes (37.24%) in Olympic coverage, male athletes had similar percentage in Olympic photographic coverage (39.8%). Female athletes? Olympic photographic coverage was clearly closer to their Olympic coverage proportion (only 4.26% less), whereas mixed coverage had fewer photographs (27.2%) than their proportion in Olympic coverage (34.02%).

 

Table 7.  Total Olympics photographic coverage by gender

 

Measurement Male Female Mixed Total
Number of photographs 88 73 60 221
Percentage (%) 39.8% 33% 27.2% 100%

 

Female track and field athletes had the highest photographic coverage (54.8% of female coverage) since they were expected to win medals in the Olympic Games (Table 8). The highest photographic coverage went to the three athletes most expected to win medals:  Abeylegesse (39.7%), Taylan (15.9%) and Ayhan (5.7%). The Olympic photographic coverage for these three Turkish female athletes was close to their percentage of female Olympic articles: Abeylegesse (40.9%), Taylan (20.5%) and Ayhan (9.2%).

For males, weightlifting (25%), boxing (20.5%) and wrestling (19.4%) had the highest Olympics photographic coverage. Male athletes? Olympic photographic coverage also showed a similar percentage to their Olympic articles: weightlifting (19.7%), boxing (18.1%) and wrestling (23.6%).

 

Table 8. Olympic photographic coverage of Turkish female and male athletes

 

Sport in order of total articles

Female

Male

n

% of female coverage

n

% of male coverage

Track and Field

40

54.8

10

11.4

Weightlift

İng

20

27.4

22

25

Boxing

18

20.5

Wrestling

17

19.4

Taekwondo

8

9.1

Swimming

1

1.4

1

1.1

Judo

1

1.1

Shooting

Sailing

1

1.1

Archery

Other Countries

12

16.4

10

11.3

Total

73

100

88

100

 

Females Receive Photographic Coverage Relative to Their Performance in 2004 Olympics

Olympics photographs in each newspaper were also analysed based on two main categories: (a) relevance of performance and (b) gender stereotypes. Photographs that depicted female athletes actively participating in their own sports or shown in sports-related settings were coded as relevant performance, and photographs that depicted female athletes in non-sport settings were coded as non-relevant performance. Additionally, photographs that depicted female athletes with stereotypical female characteristics such as beauty, sexuality, physical appearance or femininity were coded as gender stereotyped.

Our findings indicated that 78.1% of female athletes? photographs were related to performance (Table 9). For instance, Elvan Abeylegesse and Nurcan Taylan were presented during their actual athletic performance in the 2004 Olympic Games. The vast majority of female athletes? photographs (91.8%) were not gender stereotyped. However, 8.2% of female athletes received glamorous, sexy and still shots. Turkish female athletes? photographic coverage was focused on performance rather than gender as defining their representation. Gender stereotyped coverage appeared only for female athletes from other countries. For example, the Cumhuriyet for August 18 included several inside photographs of tennis player, Venus Williams, showing her posing seductively for the camera in the her off-court wear.

Table 9. Content of female athletes? Olympic photographic coverage

 

Number and percentages of photographs

Relevance of  performance

Gender stereotypes

Yes

No

Total

Yes

No

Total

N

57

16

73

6

67

73

% of female photographs

78.1

21.9

100

8.2

91.8

100

CONCLUSIONS

Based on 1,132 sports-related articles from three different Turkish daily newspapers, this study indicates that male athletes received higher coverage than female athletes in both Olympic and non-Olympic articles.  However, female athletes had relatively higher coverage in Olympic articles than non-Olympic articles. The findings show that females who compete in the Olympics appear to be of more interest to the media (28.74% of coverage) than those who do not (only 2% of non-Olympic coverage).  The coverage of female Olympic athletes was also much closer to their proportion on the Turkish Olympic team than the coverage of male athletes.  Females also received much more coverage than their percentage of medals won. Overall, most of the female coverage was from the Olympics, whereas most of the male coverage was devoted to non-Olympic events.

The increased coverage of female athletes in Olympic coverage might be attributed to the increasing number of Turkish female athletes who are participating and achieving in international competitions and, therefore, their increasing popularity in recent years. Besides, it should be also noted that Olympic Games seem to be important in publicizing female athletes? sport achievements. Therefore, we can argue that the higher coverage of female athletes might relate to the strong nationalistic fervour ignited by the Olympics in Turkey. National identity can be fostered by reports from the media by representing national athletes? achievements in Olympics rather than athletes from other countries. Certainly our study shows that the Turkish media were most interested in Turkish athletes.  For example, only 10.2% of all male and female Olympic stories (23 out of 225) were about athletes from other countries (see Table 6). This means that 89.8% of this coverage focused on athletes from Turkey.

The findings of this project indicate that winning is more important than an association with sports that have historical links to national identity. Almost 85% of female coverage was of women who won or who were expected to win.  The athletes who win Olympic medals are celebrated as heroes/heroines in Turkey. In addition to this, winning was the most important since it did not matter how female athletes were dressed (feminine or not, revealing or not); it was the winners or expected winners who got coverage.

Overall, our study demonstrates thatalthough males had relatively more coverage in both Olympic and non-Olympic events, most of the male coverage was devoted to non-Olympic events.  Olympic coverage was only 30.1% of all the sports media coverage during this period; and males received 95.6% of the non-Olympic coverage.  This study also found that male athletes received more Olympic photographic coverage than female athletes.

Female track and field athletes had the highest photographic coverage since they were expected to win medals. Our findings also indicated that most of the female athletes? photographs were related to their actual performance and most did not receive any gender stereotypes. Not only were female athletes who received gender stereotyped coverage (in glamorous, sexy and still shots) from other countries but almost all the female athletes from other countries received this kind of coverage. It seems important to note that because most of the female Olympic coverage focused on female athletes from Turkey, the media overall highlighted the athletic achievements of females. This finding might also support the view that the nationalistic fervour ignited by the Olympics leads the Turkish media to present Turkish female athletes in terms of their athletic achievements rather than emphasising gender stereotypes.

ENDNOTES

  1. EU-25 is the 25 Member States of the European Union.

REFERENCES

Alat, Z. (2006). News coverage of violence against women. Feminist Media Studies, 6(3), 295-314.

Arat, Y. (1994).1980?ler Türkiye?sinde kadın hareketi: Liberal Kemalizmin radikal uzantısı [Women?s movement in Turkey in the 1980s: A radical extension of liberal Kemalism]. In Arat, N. (Ed.), Türkiye?de kadın olgusu [The issue of women in Turkey] (pp. 71 – 92). Istanbul: Say Yayınları.

Arslan, B., & Koca, C. (2007). An examination of female athletes-related articles in Turkish daily newspapers regarding gender stereotypes. Annals of Leisure Research, 10(3/4), 310-327.

Bulgu, N., & Koca, C. (2006, July). Media coverage of sexual harassment in sport in Turkey. Paper presented at the third European Association for Sociology of Sport Conference, Jyväskylä, Finland.

European Parliament (2007). Report on women?s role in social, economic and political life in Turkey (No: 2006/2214(INI)). Committee on Women?s Rights and Gender Equality. Retrieved August 21, 2006 from http://www.europarl.europa.eu/oeil/file.jsp?id=5378852

Fasting, K., & Pfister, G. (1997) Opportunities and barriers for sport for women in Turkey: A pilot study.Unpublished manuscript.

Gencel-Bek, M. (2001) Medyada cinsiyetçilik ve iletişim politikası. İletişim 2001 Kadın Yaz Çalışmalari [Sexism in media and communication policy.  Communication 2001 Summer Women Studies], 213-132.

Gencel-Bek, M., & Binark, M. (2000) Medyada cinsiyetçilik [Sexism in media]. Ankara Üniversitesi, Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM), Ankara.

Hortacsu, N., & Erturk, E. M. (2003). Women and ideology: Representations of women in religious and secular Turkish media. Journal of Applied Social Psychology, 33(10), 2017-2039.

Kandiyoti, D. (1987). Emancipated but unliberated? Reflections on the Turkish case. Feminist Studies, 13(2), 317-338.

Kandiyoti, D. (1989) Women and the Turkish state: Political actors or symbolic pawns?  In N. Yuval-Davis & F. Anthias (Eds.), Women-nation-state. London: Macmillan.

Koca, C., & Aşçı, F. H. (2005). Gender role orientation in Turkish female athletes from different types of sport and female non-athletes. Women in Sport and Physical Activity Journal, 14(1) 86-94.

Koca, C., & Bulgu, N. (2005). Spor ve toplumsal cinsiyet: Genel bir bakış [Sport and gender: A general evaluation]. Toplum ve Bilim [Society and Science], 103, 163-184.

Koca, C., Aşçı, F. H., & Kirazcı, S. (2005). Gender role orientation in athletes and non-athletes in a patriarchal society: A case of Turkey. Sex Roles, 52(3/4), 217-225.

Koca, C., Bulgu, N., & Aşçı, F. H. (2007). Analysis of Turkish women?s physical activity participation regarding gender and social class. Paper presented at the 4th World Congress of ISSA in conjunction with the 10th World Congress of ISHPES, Copenhagen, Denmark.

Muftuler-Bac, M. (1999). Turkish women?s predicament. Women?s Studies International Forum, 22(3), 303?315.

Öktem, M. G. (2004). Sporcu kadının Türk yazılı basınındaki temsili: Süreyya Ayhan örneği [Representation of Turkish female athletes in print media: The case of Süreyya Ayhan]. Paper presented at the Multidisciplinary Symposium of Women Studies, Yeditepe Üniversitesi, İstanbul, Turkey.

WWHR (2002). The new legal status of women in Turkey. Istanbul: Women for Women?s Human Rights. Retrieved February, 2008 from http://www.wwhr.org/id_736.

AFFILIATIONS

Canan Koca                                        Bengu Arslan

The University of Edinburgh           Baskent University

UK                                                         Turkey